24 Nisan geçti. Her öğretmenler gününde olduğu türden açıklamalar yapıldı ve yine kimsecikler inanmadı. Toplum olarak her nedense güçlüden yana tavır almak gibi bir zaafımız var. Hayır demesini bir türlü beceremiyoruz. Kral çıplak ifadesini hiç kullanamıyoruz. Kendilerini eleştirmediğimiz kimseler de vehime kapılıp kendilerini "vazgeçilmez" zannediyor. Oysa yerin altı kendilerini vazgeçilmez zannedenlerle dolu... Siyaset dünyasında yoğunlukla gördüğümüz bu ilişki biçimi sosyal hayatında bir realitesi maalesef...
Zannediyorum eleştirel düşünce bizim batı medeniyetinden almamız gereken ender kurumlardan birisi... Bunun iki yönü var; bir tarafta ‘eleştirebilme’ diğer tarafta ‘eleştirilebilme…’ Elbette bütün bunları anlayışla karşılayabilme, hatta eleştiride bulunana teşekkür edebilme... Eğer bunu başarabilirsek eminim ki daha açık, şeffaf ve mutlu bir toplum modeli ortaya çıkacaktır.
Bu konuda diğer bir zafiyetimiz ise "büyük-küçük" ilişkisi... Bizim toplumumuzda; anne ve babanızın nezdinde, hocanızla-çocuğunuzla ilişkinizde "eleştirel düşünme" adına hiç bir zaman "büyümezsiniz". Bir başka deyişle kendisinin asistanıyken, öğrencisiyken, çocuğuyken ilişkiniz her neyse bunun sürekli devam etmesi istenir. Size hiç bir zaman "büyümüş" muamelesi yapmazlar. Bu 40 yaşını geçtiğinizde de böyledir. "Büyükler" sizin kendilerinden daha sağlıklı düşünebileceğinizi, boynuzun kulağı geçebileceğini, öğrencinizden, asistanınızdan bir şeyler öğrenebileceğinizi, ayıp olanın bilmemek değil öğrenmemek olduğunu, eleştirinin aslında sizi de geliştirdiğini, zira bu sayede öğrenme ve araştırma anlamında daha şevkle çalışma azmi kazandırdığını hiç bir zaman kabul etmez... Zira bu "otoritesini" sarsar, imajını zedeler, gururunu incitir. Hani bir söz vardır ya ilim yaşta değil, başta diye… Bunun sırrına hiç bir zaman vakıf olamaz. Kendisine duyulan ve çoğu zaman gerçek olmayan "saygının" gerçek olmadığını anlama bir tarafa, kendisinden menkul kerametler uydurur yine kendi adına... Zira her cümlesinin altında gizli bir övgü hissedersiniz kendisine dair... Bunu çoğu zaman da başkasının ağzıyla yapar... Elbet bu bir gözlem... Belki hatalı, belki eksik, belki de duygusal... Hepsi mümkün... Bunu kabul etmezsem ben de yukarıdaki eleştirinin muhatapları arasında yer alırım. Böyle olmakla birlikte, toplumda azınlıkta da olsa "ideal" çizgide olanlar yok değil elbet...
Burada konuyu Milli eğitim sistemine getirmek istiyorum. Temel konular hiç tartışılmıyor. Mesela, eğitimde devlet tekelini ifade eden tevhidi tedrisat gündemde bile yok. Sizce bunun tartışma zamanı gelmedi mi? Tevhidi tedrisatın tek yönlü eğitim anlayışıyla, ezberci, birbiriyle yarışan, eleştirel düşünmenin ne olduğunu dahi bilmeyen, analitik düşünme gündeminde yer işgal etmeyen, robota dönüştürülmüş bir öğretmen ve öğrenci güruhu peydah oldu. Evet, doğru; son on yılda milli eğitimde altyapı anlamında önemi gelişmeler oldu. 400 bin’den fazla yeni öğretmen ataması yapıldı. Yani öğretmen kadrosu yenilendi ve gençleşti. Neredeyse cumhuriyet tarihine yakın yeni derslikler oluşturuldu. Bu da doğru… Öğretmenlerin maaşlarının ve diğer gelirlerinin yükseltildiği de bir realite... Akıllı tahtalar, tabletler de öyle... Milli eğitim bütçesinin (maliye Bakanlığının bütçesinden sonra) en büyük bütçe olduğu da bir başka realite...
Nicel böyle de nitel nasıl acaba... İşin altyapı kısmı epeyce çözülmüş anlaşılan... Milli eğitim sistemimizin en önemli sorunlarından birisi de sürekli değişen müfredat ve yine sürekli değişen sınav sistemi… Milli Eğitim Bakanlarının değişme sıklığı da daha az sürekli değil doğrusu… Bilindik deyimle yaz-boz tahtasına döndü adeta… Bunda belki de milli eğitim sisteminde “söz sahibi” odakların sayısının fazlalığı etken olmuştur. Zira kimi devrim yasaları, kimi toplumsal gruplar, hükümetin kendisi, hükümet içerisindeki eğilimler ve bunların toplumsal tabanları, kamuoyunun beklentileri, geleneksel ve modern eğitim anlayışlarının bağdaştırılamaması, kararların kamuoyunda yeterince tartışmadan alınması, tek merkezli eğitim sistemi… gibi etkenler sağlıklı karar almayı engelliyor.
Milli eğitim sisteminde de ezberleri bozmak gerek... Ne yapalım ki değişim sorunlu oluyor her dönemde… Ama kaçınılmazdır. Değişimden etkilenenler ister istemez buna direnecektir. Osmanlıda matbaanın gecikmesine neden olanlar el yazma sektöründe çalışanlar idi. Çünkü değişim onları işinden ediyordu ama gerekliydi. Sağlıklı bir tartışma zemini oluşturulduktan sonra, belirlenen politikaların kararlılıkla hayata geçirilmesi gerekir. Bunun tevhidi tedrisatla ilgili olmasının bir önemi olmaması gerekir.
Kanaatimce eleştirel düşünce üzerine bina edilmesi isabetli olacak olan bu değişim, bir taraftan ülkemizde var olan potansiyeli uzun vadede harekete geçirecek, diğer taraftan biyolojik ve fizyolojik açıdan sağlıklı nesillerin yetişmesine katkıda bulunacaktır. Kişilerin kendilerini, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, herhangi bir endişeye kapılmadan ifade edebilmesi evrensel düşünce özgürlüğünün de bir parçasıdır.