Biliyorum; güncel bir konu değil, ama dikkat çekmediğini bildiğim halde politikaya değil, ‘insana’ dair şeyleri daha fazla önemsiyorum. Günlük hadiseler çok daha etraflı bir şekilde uzman olan-olmayan, taraflı-tarafsız birçok medya organı tarafından mercek altına alınıyor ve suyu çıkıncaya kadar konuşuluyor zaten… Tam bir zihinsel hengâme… Bu tür gündem konuları saman alevi gibi parlıyor, sonra sönüp gidiyor. Ya da pop gibi… Türk sanat müziği öyle mi… İki yüz küsur sene önce yaşamış Dede Efendinin filanca bestesi hala dillerdedir, ama son yirmi yılda parlayan ve sönen popçunun haddi hesabı yok…

 

Aslında eskilerde bu tür konuları konuşur-tartışırdım… Kendimce paylaşımlarım da olurdu. Ben mi öyle görüyorum yoksa siyasetteki çürümeden midir bilinmez ama, çok hayati olmadıkça hem gündelik hayatımdan hem de paylaşımlarımdan çıkardım bu tür konuları… Fellik fellik kaçıyorum adeta... Belki de yaşımın ellilere dayanmasındandır. Sonu gelmez tartışmalar vücut kimyamı bozuyor. Ayrıca tartışmanın kazananı da olmuyor… Ya siz ‘tartışmayı’ kaybediyorsunuz, ya da ‘karşı tarafı…’ Ama gönülleri kazanmak, tartışmayı kazanmaktan daha önemli olmalı… ‘Müzakere’ başka bir şey tabii… Müzakere kültürüne sahip birilerini bulabilirseniz elbette…

 

Bir de tabi ifade etmeliyim ki; siyaseti işe yaramaz müessese olarak filan görmüyorum. Zaten sorun siyasette de değil, politik bakışta… Yani parti angajmanında… Yoksa biiznillah millet, memleket, ümmet deyince akan sular durur nezdimizde... Politik angajman deyince aklınıza ne geliyorsa artık… Benim aklıma rant ve ranta dayalı kokuşmuşluk, ahbap-çavuş ilişkisi ve işe yaramaz bir çuval dolusu laf geliyor… Üstelik vitrine-tribünlere oynayan… Oysa marifet, hakikatin ifadesi olmalıdır ve de iltifatı, teşekkürü, beğeniyi gerektirmez. İşte bizim siyasetten kastımız ve politikadan ayırdığımız şey bu…

 

Ben bir akademisyen olarak ve de herhangi bir beklenti içerisinde değilken, üstelik büyük riskler alarak, sorumluluk hissettiğim için yaptığım değerlendirmelerin önemsiz düzeydeki okunulurluk oranını hiç dikkate almazken, birçoğunu bildiğim derinliksiz sadece dedikodu yapan sözümona yazarlar belki yüz kat okunuyordur. İşte birincisi (benimki) siyaset, ikincisi politika… Siz zannediyor musunuz ki, bütün bunları görebilmek iyi bir şey... Vücut kimyasının bozulmasının nasıl bir şey olduğunu hissettiniz mi hiç... Hissetmemişseniz; büyük ihtimalle sorumlu bir insan da değildiniz demektir. Zira; “acı duyabiliyorsan canlısın, başkalarının acısını duyabiliyorsan insansın” (Tolstoy). İdeal insan zaten sadece kendisi düşünen değil, başkaları için yaşayan, derdiyle hemhal olan, elindekini paylaşan… kimsedir.

 

 Politik bakış açısında bunların hiç birisini bulamazsınız. Hangi (politik) taraftan bakıldığı da önemli değildir. Sürekli yaşanan şey vehim ve buna dayalı suizan... Hatta muhalefet ağzıyla söylenmiş bir söz doğru da olsa kıymetsizdir. Çünkü niyet iyi değildir. Politik angajmanı olanların buradaki muhalefet kelimesinin zıddını 'iktidar' diye anlayacaklardır. Kastettiğim sorun da bu zaten... Şahsi gözlemime göre günümüz insanının çok önemli bir sorunu, bu politik zeminde zanna dayalı hüküm vermeleri ve dedikoduya çok açık olmaları... Tek çözüm mercii de politika değil bir taraftan... Eğer sizi harama sürüklüyorsa bir sorun var demektir. Dedikodu da zan da bu kapsama girer. Ben şahsen politik bir bakışın bu alana çok açık olduğu kanaatindeyim. Bakış açımızın çapı, hangi pencereden baktığımız ve görme yetimiz (basiret-feraset) ise olayı doğru tahlil konusunda sınırlandırmalar getiriyor.

 

Son zamanlardaki politikaya mesafe koymam bir yana bırakılırsa, siyaset bilimi okutulan bir bölümden (kamu yönetimi) mezun olmama ve siyasi konularda hala heyecan duymama rağmen, lise sonrası ‘politik’ anlamda siyasetle ilgilenmedim desem yeridir. Örneğin en son bir parti mitingine üniversite öğrencisi iken 1991 seçimlerinde katıldım. Birincil düzeyde de politika ile hiç yakınlık kurmadım zaten... Bürokraside de bulundum sayılmaz. Çok küçük bir deneyim birçok şeyi görmemi sağladı ve 'eyvallah' dedim geçtim. Laf aramızda; kimsenin de umurunda değilim zaten… Bu da beni memnun etmiyor desem yanlış olur doğrusu… Nev’i şahsıma münhasır olmam, kimsenin ‘umurunda’ olmak gibi bir derdimin olmaması, görünürde bazı kayıplara neden olsa da; esas kazandırdığı şey insana dair… Bedensel ve ruhsal özgürlük…

 

 Politika bir açıdan bir iddiadır. Siz bu iddiayı ispat peşindesinizdir. Hakikatin ne olduğunun da bir önemi yoktur. Her iddianın kendi içerisinde mantıksal bir açıklaması da vardır. Söz gelimi FETÖ aslında bu anlamda gayet mantıklı çözümlemeler öneriyordu. Yolsuzluk var dedi mesela... Gerçekten de yolsuzluk olsa bile, iddia başka amaca matuf olduğundan değersizleşiyor. Bugünkü, aslında her zamanki politik zemin böyle… Hakikati ifade etmek yerine, iddianızın peşindesinizdir.

 

Söyleyecek o kadar çok şey var ki; toplumsal ya da bireysel karşılığı olmaması bunları ifade etmemizi engelliyor. Büyükler bazen kırk yıl beklerlermiş bir sözün muhatapta karşılık bulabilmesi için... Nasıl olsa bir gün önümüze gelecek her biri... ‘Ikra’ kitabek…’ dendiğinde baş başa kalacağız... Yatırımı, duygu ve ön kabullerimizden arınarak tek başımıza kalacağımız güne yapmak gerek... ‘İddiaya’ değil, hakikate yani…