Mahir Erkmen

MAHİR ERKMEN

50-60 yıl önceki Afyon çarşısından geriye ne kaldı? diye düşünüyorum. Eski çarşının bugünküne benzemeyen yönleri, ilginç köşeleri, şakalaşmalar vardı.

Hükümet önünden yukarı doğru giderken Küçük Bey Çeşmesi’nden başlayan ve yukardaki (Bey Çeşmesi)ne kadar giden sırada hatırlayabildiğim ticaret yerleri ile bugünküler arasında ne kadar fark var. Sağ tarafta öyle. Başta “Eseneğin Kahve’’ diye anılar bir yer vardı ki ne şakalara, sohbetlere sahne olmuş. Ben henüz buraya girebilecek yaşta değildim. Hergün kahveye merkeple gelen ihtiyar ve hasta bir müşteriden bahsederler. Merkebi kendi kendine evine dönermiş.

O da darılacağı zaman;

Sen de benim merkep kadar akıl yok !...

dermiş.

Afyon'da kış... Afyon'da kış...

Bir başkasının Alaca Hamam’da yıkandıktan sonra kahveye gelerek çayla birlikte bir şeyler yemek için açtığı çıkından peynir, ekmek yerine “eşek pisliği’’ çıkması ve bunun üzerine herkesi gülmekten çatlatan sözlerle bağırıp çağırması gibi cümbüşlerde olurmuş. Meğer şakayı seven hamamcı müşterisi içeride yıkanırken çıkınını açmış ve yenecek şeyleri alıp yerine koyacağını koymuş.

Yukarılara doğru sağda, solda haşhaş yağı imalathaneleri, meşhur Hacı Ahmet ve daha ileride Akosman Mağazası’na bitişik olarak merhum Apan Hoca’nın dükkanı vardı. Günün sayılıp sevilen ittihatçı doktoru Galip Bey bastonunu hocanın cadde üzerine astığı çinko kaplara vurarak onu kızdırmaya çalışır ve bu iş daha çok Ramazanlarda olurdu.

Subaylar çarşıdan kılınçlarını kaldırımlarda şakırdatarak geçerlerdi. O zamanlar kılınç yalnız törenlerde değil hergün taşınırdı.

Çarşının soldan yukarı kısmı helvacılardan sonra boydan boya yalnız mutaflara aitti. Mutaflık o zamanki kauçuk endüstrisi arasında önemliydi. İp, urgan, yular, torba, gebre, kıl heybe ve çuval gibi şeyler bu dükkanların önünde satılır çoğu da arkalarında imal edilirdi. Bunlar kağnı, at, araba devrinin geçer malzemesi idi. İlk otomobili Enver Paşa Bursa’dan Afyon’a gelip aynı gün döndüğü zaman görmüştük.

taraftaki dükkanlar arasında birkaç Ermeni sarrafı hatırlarım. Kağıt para “kaime’’ adıyla ilk defa 1293 (1878) savaşında çıkarılmış. Meşrutiyette yoktu. Osmanlı Bankası’nın özel banknotları bir yana bırakılırsa bütün alışveriş maden para ileydi.

Bir altın lira karşılığında gümüş ve bakır ufaklık olarak 108 kuruş verilmesi gerekirse de milletlerarası altın piyasasına ve ortadaki ufaklık mevcuduna göre 108 kuruştan daha az veya daha fazla veren sarraflar para ve kıymetli şeyler alıp satarak ticaret yaparlar balmumu ve mazı gibi şeylerin ticareti ile de uğraşırlardı.

Sağdaki yapılardan Turunç Hanı Balkan Savaşı sırasında yıkılmış, içinde bulunan bazı erler çöküntü altında kalarak ölmüşler, şehri bir matem havası sarmıştı.

Bedestenin yerinde “Paşanın kahve’’ vardı. Oraya gezici sinemalarda gelirdi. Sinemacının beraberinde getirdiği küçük elektirik motörü ile gösterilen filmler sessizdi. Aynı yere ve daha başka yerlere Tuluat kumpanyaları da gelir, kanto, düetto söyleyen, aynı gecede hem dram hem komedi oynayan artistler şehrin karanlık ve durgun gecelerini değiştirirlerdi. Hayal perdesinde hep Osmanlıca ağdalı sözlerle konuşan Hacivad Çelebi ve onunla boyuna alay eden ve arasıra tokatlayan Karagözü de ilk önce orada görmüş, perde arkasından gelen manilerin, gazellerini, def seslerine karışan şarkı ve türküleri de orada severek dinlemiştim. Hacı Cavcav’ın oyundaki sözleri hala kulağımda;

-Yıktın perdeyi eyledin viran,

Varayım sahibine haber vereyim heman.

Bu makaleAfyonkarahisar’da uzun yıllar gazetecilik yapan, avukat A. Mahir Erkmen (1901-1978) tarafından “Bir Zamanların Çarşısı” adı ile Kocatepe Gazetesi’nin 4.01.1972 tarihli
1952 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.

Taşpınar Dergisi / Aralık 2014

Editör: Birinci Editör