Hayrettin DURMUŞ

 

 

 

Rahmetli anacığım “Allah kimseyi ağıt gününe koymasın oğlum” dese de gözlerinden süzülen yaşlara şahitlik etmişliğim vardır. Yüreği yanıktı anacığımın. “Dam Başında Sarı Çiçek” türküsünü duydu mu “Deden bu türküyü çok severdi” deyip başlardı ağlamaya. Radyoda “Gökyüzünde bölük bölük Turnalar/ Yok mu gayretiniz aldı dert beni” bozlağı okunmaya başlayınca bir “of” çekerdi, sanki evin her yeri alev alev tutuşurdu…

 

 

 

Ağıt ölen bir kimsenin ardından söylenen halk türküsüdür. Türküden çok “ağıt yakma” olarak adlandırılır. Hatta bunu söyleyenlere “ağıtçı” denir. “Düğün evinin tefçisi ölü evinin yasçısı” sözü boşuna yerleşmemiştir dilimize. Bu söze farklı anlamlar yüklense de biz gerçek anlamıyla anlayalım. Gülenle gülen, ağlayanla ağlayan insanları getirelim hatırımıza.

 

 

 

Türk Milleti’nin İslam’ı kabul etmeden önceki dönemlerde yaktığı ağıtlara “Sagu” denildiğini biliyoruz. Saguya “Yuğ” da denir. Hatta ağıtçı kadınların arada “yuğ, yuğ” çekmeleri bundandır. Bilinen en eski sagu “Alper Tunda Öldü mü?” sagusudur. İslam’ı kabul ettikten sonra yakılan ağıtlara da özellikle divan edebiyatında “Mersiye” denilmiştir. Bildiğimiz en etkili Mersiyelerden birisi de Taşlıcalı Yahya Bey’in  “Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı/ Ecel Celâlileri aldı Mustafa Hanı” diye başlayan Şehzade Mustafa Mersiyesidir.

 

 

 

Ağıt; kalbin tutuşması, yüreğin yanması, çekilen ıstırabın, dökülen gözyaşının dile gelmesidir. Bozlaklara kardeştir. Yüreği yanan bir ananın çığlığıdır ağıt. İşte size bir örnek:

 

 

 

“Şubeye vardım da künyen okundu

 

Emirdağı başımıza yıkıldı

 

Dostlar ağladı da düşman bakındı

 

Dön gel oğlum dön gel kurban olayım

 

Sana kırk belikli gelin alayım.”

 

 

 

Gün geçmiyor ki bir şehit haberi yüreklerimizi dağlamasın. Her birinin ardında acıklı hikâyeler var.  Söyleyeceklerimizi büyük romancımız Ahmet Hamdi “Türküler Anadolu insanının romanıdır.” diye Tanpınar bir cümleyle ne güzel özetlemiş. Huzur romanında Mümtaz’ın dilinden seferberlik türkülerini, Yemen türkülerini, Konya ve Erzurum’da söylenen türküleri söyler, söyletir bize.  Nuran Mümtaz’ı terk ederken kapıcının büyük oğlu bahçede “Bir yâr sevdim el aldı” türküsünü söylemektedir.

 

 

 

 Aslında Ötüken’den Ankara’ya gelirken ne hikâyeler, ne destanlar bırakmışız ardımızda. Ne ocaklar sönmüş, ne yangınlar görmüş yaşlı tarih.  

 

 

 

Emirdağı türkülerini dinleyip de hüzünlenmemek elde mi? Gurbet, hasret, sevda, ayrılık ne ararsan var. Bilenler bilir kırık havaların hüznünü. Hele bir Nurettin’in ağıdı var ki dinledikçe yaşarır gözleriniz, ıslanır yanaklarınız.

 

 

 

Yolunuz gurbete düşer, sevdadan yanar kavrulursunuz. Ayrılıktan delinir ciğeriniz, hasret hasrete ulanır, bir ölüm sessizliği çöker içinize, yoksulluk keser iflahınızı, ardına umutla bakacağınız dağ kalmaz, kırılır tutunduğunuz bütün dallar. Ne yangınlar çıkar içinizde dumansız.

 

 

 

İşte böyle bir türküdür Nurettin’e ağıt. Afyonkarahisar’ımızın Emirdağı yöresinde yakılmıştır. Zekeriya Bozdağ’dan Gülay’a, Yavuz Bingöl’e kadar pek çok ünlü türkücümüzün seslendirdiği bu ağıt eşini, evladını kaybedenlerin yüreklerinden yükselen çığlıktır.

 

 

 

NURETTİN’E AĞIT

 

 

 

Geldi mi de Nurettin’im geldi mi?

 

Yıkılası şubeden haber aldı mı?

 

Kurbanlar olurum binbaşım sana

 

Orta boylu Nurettin’im öldü mü?

 

 

 

Trene bindim de tren salladı

 

Zalim doktor yaralarım elledi

 

İy’olursun diye geri yolladı

 

Söyleyin anama çalsın nennimi

 

Yad eller mi alsın nazlı gelini

 

Söyleyin anama beni neylesin

 

Babamın oğlu çok gönlün eğlesin.

 

 

 

Tren gelip iskeleden geçiyor

 

Açılmadık yaralarım açıyor

 

On iki binbaşı beş tane çavuş

 

Oturmuş da yâre kefen biçiyor

 

 

 

Tren gelsin şu trene bineyim

 

Bineyim de Erzurum’a varayım

 

Nurettin’i sağ selamet bulursam

 

Müjdesine yüz bin altın vereyim.

 

 

 

Bana derler Nurettin’in karısı

 

Benzime düşmüştür dulluk sarısı

 

Geldi de künyesi gece yarısı

 

Nurettin’e dayanamam doğrusu.

 

 

 

Tren gelir iskeleden seslenir

 

Benim yârim Erzurum’a yaslanır

 

Bu sene de Nurettin’im gelmezse

 

Tabancası sandığında paslanır.

 

 

 

Gizlemeyin gözyaşlarınızı. Gözünüz yaşarıyorsa kalbinizdeki merhamet damarı kurumamış demektir. Çekinmeyin, ağlayın ağlayabildiğiniz kadar. Ağlamayı bilenler anlamasını da bilirler.