Devletler birçok zaman yanlış hesap yapıp çok ağır bedeller ödemişlerdir. Bir başka deyişle derin devlet de olsa devlet aklı da olsa tarihe malolan devasa kararlar alabilirler ki; sonuç çoğu zaman açık değilse bile üstü örtülü esarettir. Savaşlar ise esasen özgürlüğü korumak ya da esaretten kurtulmak için yapılır. Örnek mi istiyorsunuz; Enver Paşanın Osmanlıyı Birinci Dünya Savaşına sokması, Japonya’nın İkinci Dünya Savaşında Amerika’ya saldırması ya da Hitler Almanya’sının İkinci Dünya Savaşını, Avusturya’nın Birinci Dünya Savaşını başlatması...

Birçok devletin geçmişinde bu ve benzeri örnekler vardır. Bu ülkelerin-halkların birinci önceliği; zamana yayarak da olsa bu esaretten kurtulmaktır. Bu mücadele, duruma göre yüz yıllarca bile sürebilir. Hatta kimi zaman bu esaret süresi binlerle de ifade edilebilir. Yahudiler böyledir mesela... Nitekim Yahudilerin İsrail’den önceki son devletleri ikibin küsur yıl önce yıkılmıştı. Dağılmalarına, katliama uğramalarına, sürülmelerine rağmen kendilerince kutsal İsrail devleti düşüncesini nesilden nesile aktarmışlar ve ağır bedeller ödemelerine rağmen 20. Yüzyılda bu devleti yeniden ihya etmişlerdir.

Yunanlılar aynı ideali yaklaşık 400 yıl sonra hayata geçirmişlerdir. Yüz yıl kadar Polonya diye bir devlet hiç olmamıştır. Rum Yunan ikilisinin enosis hayali de megola ideası da devam etmektedir.

Rusların İstanbul’u Türklerden alma düşüncesi hiç bitmemiştir. 93 harbinde İstanbul’un dibine kadar da gelmişlerdir. Birinci Dünya Savaşından Ruslar çekilmek zorunda kalmasalardı, Skyes-Picot’da İstanbul Ruslara verilecekti. Stalin İstanbul’dan üs istemiştir vs... Bu düşünce ortadan kalkmış falan da değildir. Bahar havalarına aldanmamak gerekir.

İsrail, büyük İsrail projesinin önündeki engelleri tek tek kaldırma çabasındadır. Önemli ölçüde başarı da sağlamıştır. Bütün bunların hepsi de devlet aklıyla yürütülmektedir. Bu ideallerin karşısında durmak ihanetle eşdeğerdir ve bu kimseleri hiç bir şekilde içlerinde barındırmazlar.

Gelelim bize... Bu makus talih bizim de başımıza gelmiştir. Bir şekilde Birinci Dünya Savaşından yenik çıktık. Ortada devlet falan kalmadı. Eski coğrafyada aralarında Türkiye’nin de bulunduğu onlarca devlet kuruldu. Kuruldu kurulmasına ama her nasılsa bu devletlerin başındakilerin neredeyse hiç birisinde bu türden bir ideal yok.

Evet Türkiye’nin misakı milli gibi bir iddiası yok değil... Ancak ne Almanya gibi 45 yıl mücadele edip bölünen-elinden çıkan toprakları geri alma gibi bir somut adımı, ne Japonya gibi kaybettiği toprakları geri almadan barış yapmamak gibi bir iddiası ve ne de yine Almanya’nın Avrupa Birliği vasıtasıyla Dünya gücü olma ideali ne de Japonya gibi, Çin gibi adeta ekonomik mucize yoluyla gücünü devam ettirme gibi bir ideali var...

Bunu elbette devlet aklı bakımından söylüyorum. Daha doğrusu akılsızlığı... Nitekim devlete hâkim olmasa da uzun yıllar tabanda devam eden bu iradenin buzdolabından çıkarılarak nisbi olarak görünür olması önemli olmakla birlikte, kendisini kurucu irade olarak kabul eden bu beceriksiz, kifayetsiz oligarşik, vizyonsuz, sadece kişisel ikbaline müzahir yapının şiddetli direnci ile karşı karşıya... Önümüze konan kutsalların asıl nedeni de bu...