Erzurum Kongre Binası; yakın zamana kadar okul olarak hizmet verirken şimdi Resim, Heykel Müze ve Galerisi yapılmış. Müzeyi gezerken, bir devrin başladığı yer burası olduğunu hissediyorsunuz. Mustafa Kemal Atatürk’ü yakalama emri verilen Kazım Karabekir Paşa’nın ‘’Ordum ve ben emrinizdeyim’’ dediği ve Atatürk’ün o çok sevdiği üniformayı çıkarttığı yer burası. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a geldiğinde 3. Ordu Müfettişi sıfatını taşıyordu. Doğal olarak Erzurum’da karşılanışı sırasında üzerinde en yeni üniforması, yaver kordonları ve göğsünde bir altın imtiyaz madalyası bulunmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki faaliyetleri İstanbul Hükümeti tarafından öğrenilmesi sonucu ‘’İstanbul’a gel’’ baskısı ile çok sevdiği askerlik mesleğinden istifa etmek zorunda kalmıştır. Üstelik asker üniformasından başka sivil giyeceği de yoktur. Şehrin Valisinden alınan sivil elbise ile artık halktan biridir. Girişte yer alan fotoğrafında hafif bol duran pantolon ile sivil kıyafeti içinde görülüyor. Salondaki sıralardan birine oturup delegelerin ruhunu yaşamaya çalışıyorum. Onların elindeki bağımsızlık ve milli mücadele bayrağını devraldığımı hissetmek istiyorum o günleri yaşarcasına.
Müzeden çıktığımızda hava iyice kararmış, bir de yağmur atıştırıyordu. ‘’
Soğuğa sormuşlar nerelisin diye de Erzurumluyum, ama Afyonkarahisar’da oturuyorum demiş’’ Kemaliye’de elimizde yük olan manto, paltoları burada giymek zorunda kaldık. Bize verilen süre dolmak üzereydi. Bizimle beraber aynı turda olan bir çift ile beraber acele ederek Erzurum Tren garına doğru yürüdük. Artık tura katılanları yavaş yavaş tanımaya başladık. Erzurum Garı karşımda. Tam önünde durup uzun uzun bakıyorum. Mimarına, yapısına, görkemine. Sarı ışıklandırmalarının altında demiryolu ambleminin parlayışı gizemli bir hava veriyor. Burada yerli-yabancı turistlere demiryolu nostaljisini yaşatan Türkiye’nin ikinci demiryolları müzesi de bulunuyor. Birinci müze Ankara’da. Müzenin önünde eski kömürlü lokomotif teşhir ediliyor.
Emrimize amade trenimiz sabırla bizi bekliyor Erzurum garında. Bir akşam yemeği için uğradığımız Erzurum’da saatler fırtına gibi esip geçiyordu. Gecenin sessizliğinde toparlanıp bindik trenimize şimdi istikamet Kars… Artık yavaş yavaş eşyalarımızı toparlıyorduk. Nasıl da yerleşmişiz daracık kompartımana. ‘’
yarım saat sonra Kars’tayız!’’ diye bir görevli dolaşıyor. Biz çoktan hazırız. Kompartımanlardan çıkan insanlar, eşyalarını iniş kapılarına doğru yığıyorlar. Trende kalacaklarmış gibi sabırsızlıkla koridorlar doldu. Yaklaşık 36 saat geçti, yarım saat geçmek bilmiyor. Bu arada koridorlarda bekleyen insanlar kaynaşıyor iyice. Tren Kars’a geldiğinde saatler 2,30 gösteriyordu. Trenimizle vedalaşıyoruz. Bizi bekleyen servislere eşyalarımızı yükleyerek otele doğru yol aldık. Otelde odalarımıza çekildik. Yorgunluk ve uykusuzluktan sabaha eser kalmamıştı. Otelde yaptığımız kahvaltının ardından yine servislerle Kars Kalesinin bulunduğu kent meydana geldik.
Rehberimizin eşliğinde Kümbet Camisini (Havariler Kilisesi) ziyaret ettik. Doğunun Ayasofya’sı olarak anılıyor ve Kars’ın sembol mimari yapılarından. Türkiye’de çeşitli şehirlerde Ayasofya isimli dokuz tane kilise bulunuyor. Kars ve çevresinde hüküm süren Bagratlı Krallığı döneminde 10. Yüzyılda bir Ermeni-Gürcü kilisesi olarak Havariler kilisesi adıyla inşa edilmiş, Selçukluların Anadolu’yu fethinden sonra camiye çevrilmiş. Rus işgal döneminde bu kez de Rus Ortodoks kilisesine çevrilmiş, 1918 de Türklerin Kars’ı kurtarması sonucu kilise yeniden camiye dönüştürülmüş. Etrafı geniş meydan ve oturmak için banklar var.
Akşama kadar serbest zamanımız vardı. Gözümüzü Kars kalesine diktik, zirvesinde bayrağımız dalgalanıyor, hemen onun önünde ‘’Vatan Sana Minnettardır ‘’yazılı ve yazının üstünde Atatürk portresi var. Ben nerede bir tepe görsem aklıma hep Kocatepe gelir, izdüşümlerinde Atatürk’ün o düşünceli hali ile Kocatepe’deki yürüyüşünü ararım. Kaleye yürüyerek çıktık. Biraz yorucu ama kaleden Kars’ı seyretmek ayrı bir duygu. Kars kalesinin içerisinde 12. Yüzyıldan kalma Celal Baba türbesi var. Kars şehrini kuşatan Moğol- Gürcü orduları ile savaşırken kafası koptuğu halde kelle koltuğunda savaşan, türbesinin olduğu yerde şehit olan evliyalardan Celal Baba. Ruhuna ‘’ El- Fatiha ‘’ diyerek dualarımızı okuduk üfledik. Bu nasıl cengâverlik, bu nasıl aşk… Bu efsane bana Genç Osman türküsünü hatırlattı.
Genç Osman dediğin bir küçük uşak
Beline bağlamış ibrişim kuşak
Askerin içinde birinci uşak
Allah Allah deyip geçer Genç Osman of of
Bağdadın içine girilmez yastan
Her ana doğurmaz böyle bir aslan
Kelle koltuğunda geliyor Kars'tan
Allah Allah deyip geçer Genç Osman of of
Bağdadın kapısın Genç Osman açtı
Düşmanın cümlesi önünden kaçtı
Kelle koltuğunda üç gün savaştı
Allah Allah deyip geçer Genç Osman of of
Askerin ucu göründü Van'dan
Kılıcın kabzası görünmez kandan
Bağdadın içinde tozdan dumandan
Toz duman içinde kaldı Genç Osman of of
Dilime dolanan bu destansı coşkun türkü ile beraber hazır fethedilmiş kaleyi fethetmeye çıkıyoruz. Askeri koğuşlar, cephanelik ve mescit in yer aldığı kale sit alanı olarak ilan edilmiş. Kaleden aşağı bakıldığında şehrin içinden geçen Kars çayını görürsünüz hemen. Öyle hoş bir tablonun içinde ki; Kars kalesi, kalenin eteklerinde Osmanlı evleri ve birçok nehir üzerinde gördüğümüz o taş köprülerin bir benzeri yer alıyor. Hemen kıyısında, çok eskimiş olsa da üç tane Osmanlı hamamı var. Namık Kemal’in Kars’ta çocukluğunun geçtiği ev kalenin eteklerinde, çocuk Namık Kemal’in kaleye bakarak buralarda oynadığını düşünüyorum. Buraya gelmeden önce Dedesi Abdullatif Paşa ile birlikte Afyonkarahisar’ da bulunmuşlar, annesi Fatma Zehra Hanımı Afyonkarahisar’da kaybetmişti. Mezarı Mevlevi camisinin avlusunda bulunuyor. Dedesinin Kars’ta mutasarrıf olarak görev yaptığı dönemde torunu Namık Kemal ile kaldığı ev, restore edilmiş olup çeşitli kültür etkinlikleri yapılmaktaymış.
Kars kalesinden dalgalanan bayrağımız; sınırımızın en ucunda bize güven veriyor. 30 Ekim 1920 de Doğu Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir ve emrindeki kuvvetlerle serhat şehri Kars’ı düşman işgalinden kurtarmış ve o günden bu güne şanlı şanlı dalgalanıyor. Hatta Kazım Karabekir Paşanın cenazesinde tabutunun üzerine serilen çok eski, yer yer yıpranmış bir bayrak örtülmüş. Cenazeyi gören halk ‘
’Koskoca paşaya yeni bir bayrak alamadınız mı?’’ diye tepki göstermiş. Aslında Kazım Karabekir Paşa’nın tabutunun üzerine örtülen o eski ve yıpranmış bayrak, Paşa’nın Ermeni işgalinden kurtardığı Kars Kalesine asılan bayraktı. Ne büyük onur, ne büyük şeref... Minnettarız.
Kaleye çıkmayı göze alamayanlar için araçlar var. İsteyen taksilerle çıkabiliyor. Paket taşlarla düzenli yolu var, ama tırmanması gençlik istiyor. Düşünüyorum da kelle koltuğunda savaşarak çıkan Celal Babanın kuvvetinin kudretini; biz geze geze çıkarken bile zorlandığımızı anlamaya çalışıyorum. Kaleden inişimiz kolay oluyor. Kent meydanına iniyoruz. Burada bisiklet parkuru ve içerisinde bol bol fotoğraf çekilinen üç boyutlu KARS yazısı var. A harfini ay yıldız şeklinde kırmızı, diğer harfler beyaz sembolize edilmiş. Kaleyi arkamıza alarak burada hatıra fotoğrafı çekindik. Zaten durmadan fotoğraf çekip duruyoruz. Kars kalesine kentten bakıldığında da etkileyici bir görüntüye sahip...
Tarihi görülecek yerlerin, kalenin çevresinde olması gezimizi kolaylaştırıyor. Biraz yürüdükten sonra Ebu’l Hasan El- Harakânî Türbesine geliyoruz. Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başladığı tarihlerde 1064’den önce Anadolu’nun Türkleşmesi için gelen ilk ermişlerden Ebu’l Hasan El-Harakânî. ‘
’Türkmenistan’dan Şam’a kadar yaşayan birisinin eline diken batsa acısı benim acımdır’’ diyerek ermişliğini dile getirmiş. Nefsi arındırıp kemale ermek konusunda pek çok medh ü senâlarda bulunmuştur.
“Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, ifası mecburidir, aynı şekilde gönülden kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.” Harakānî Hazretlerinin teveccühüne mazhar olan bir mürîdi vardı ki, Şeyh’in nazarında bütün müridlerden daha üstündü. Bir gün şeyhine:
“−Efendim, bizim bâzı kardeşlerimiz var ki, onlar koyun sahibi olup malları helâldir. Uzun zamandır birkaç koyunu tekkeye bağışlama arzusundadırlar.” dedi. Şeyh Hazretleri:
“−Ben öyle bir tevekkül ve teslîmiyet içindeyim ki, Allah Teâlâ bana: «Senin ihtiyaçlarını Ben karşılarım.» buyurdu. Bir daha ısrar etmeyeceğine söz verirsen, bu defaya mahsus, helâl olması şartıyla kabûl ederim...” buyurdu.
Koyunları toplayıp getirdiler. Şeyh Hazretleri tekkeden dışarı çıktı, kolunu sallayınca koyunların bir kısmı tekkeye girdi, bâzısı da hiç kimsenin tekkeye sokamayacağı şekilde kaçıp karşı tarafa gitti. Araştırdıklarında, tekkeye girmeyen koyunların helâl olmadığı anlaşıldı.
Bir gece hizmetçisi turşu yapmıştı. İçine Şeyh’in kendi eliyle ekmiş olduğu bahçeden çöğen otu koparıp koymuştu. Harakānî Hazretlerinin âdeti, yatsı namazını kılmadıkça yemek yemezdi:
“−Allah’ım, Sana olan ibadetlerimi huşû ile tamamlamadan vücudumu beslemeyeceğim.” derdi.
Yatsı namazından sonra yemek getirdiler. Hazret:
“−Bu yemekten karanlık (şüphe) kokusu geliyor.” dedi.
Ertesi gün o bahçeye gidip baktılar ki, bâzı insanlar buğdaylarını sulamak için harklarına su salmışlar, Efendi’nin bağına giden harkın bağlantısı da açık kaldığı için su oraya akmış ve Efendi’nin ektiği sebzeler bu sudan bir miktar almıştı.
Rahmet, mağfiret ve kurtuluş ayı Ramazanı evlerimizde geçirdiğimiz bu günlerde yine Harakānî Hazretlerinin bir kıssasını yazmadan geçemeyeceğim.
Lokman Hakîm bir gün oğluna:
“–Yavrucuğum, bu gün oruç tut ve konuştuğun her şeyi not et! Akşam olunca konuştuklarını bana arz edip hesâbını verdikten sonra iftar edersin!” dedi.
Akşam olunca oğlu konuştuklarının hesâbını vermeye başladı. Vakit iyice geç oldu ve karnı iyice acıktı. Lokman Hakîm ertesi gün de aynı şeyi söyledi. Yine oğlu hesap verinceye kadar iftar iyice gecikti. Üçüncü gün de aynı şey olunca, dördüncü gün oğlu, lüzumsuz konuşmaları terk etti. Akşam babası hesap isteyince de:
“–Hesap verme korkusuyla çok az konuştum.” dedi. Lokman Hakîm:
“–Gel öyleyse, hemen yemeğini ye!” buyurdu.
Harakānî Hazretleri bu kıssayı anlattıktan sonra da:
“–Dünyada lüzumsuz konuşmaları terk edenlerin hâli, kıyâmet günü, Lokman Hakîm’in oğlunun hâli gibi selâmet olacaktır.” buyururdu.
Harakani Hazretlerinin himmetli sözlerinden; “İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz: 1) Dünya hırsına sahip âlim ve
2) İlimden mahrum ham sofu!”
Ebu’l –Hasan El- Harakânî türbesinden ayrılırken, düşüncelerindeki ince çizginin hassasiyetinden ne kadar uzaklaştığımızı fark ettim. Sadece onun mu? İnsanlara yol gösteren, aydınlatan Mürşid-i kâmillerin; erenlerin, evliyaların ışığını kaybetmek üzereyiz… Bu mübarek Ramazan günlerinin sağlıkla birlikte hayırlara vesile olması dileği ile…
Devam edecek…