Öncelikle şunu ifade edeyim ki; ‘siyaset’le fevkalade ilgiliyim. Ama tanıştığım hiçbir milletvekili ya da belediye başkanı yok. İlişkim bürokrasi bakımından da benzer. Üst düzey görevi olan herhangi bir bürokratla tanışıklığım yok zira... Doğrusu durum kendi bakımımdan da farklı değil; herhangi bir şekilde talepkâr olmadım şükür...
Öncelikle şunu ifade edeyim ki; ‘siyaset’le fevkalade ilgiliyim. Ama tanıştığım hiçbir milletvekili ya da belediye başkanı yok. İlişkim bürokrasi bakımından da benzer. Üst düzey görevi olan herhangi bir bürokratla tanışıklığım yok zira... Doğrusu durum kendi bakımımdan da farklı değil; herhangi bir şekilde talepkâr olmadım şükür...
Ben kendimi ‘düşünce insanı’ olarak tanımlıyorum. Malum; düşünmek insanla ilişkili... Hayata dair iddiam var ve çok şükür ki; düşünebildiğim için ‘itirazım’ var olan bitene karşı ve olan bitenle ilgili olanlara... Zira konu kişisel ikbal değil hakikate dair...
Dikkat ettiyseniz yukarıda ‘siyaset’ kelimesine vurgu yaptım. Bu ilişki kendimi bildim bileli de vardır şahsım bağlantılı... Nitekim 1983 seçimleri ile kendi düzeyimde ilgilenmiştim. Oysa o zaman henüz 13 yaşında idim. Doğrusu taşrada ve iletişim imkanlarının zayıf olduğu bir dönemde ve de düşüncelerim yeterince olgunlaşmamışken, bu ilişkinin o dönemde ‘politik’ angajman bağlantılı olduğunu da söylemem gerekiyor.
Politika... Yani dünyaya X ya da Y partisinin tercihleriyle bakmak, merkeze ‘hakikati’ değil de taraftarı olduğunuz siyasal partinin (dar) penceresinden bakmak... Öyledir; siyasi parti iseniz sizin için öncelikli olan ‘iktidar’ olmaktır. Ama hakikat bambaşka bir şey tabii... Allah size, emr-i hak vaki oluncaya kadar da bu hakikate talip olmanız için şans verir. Her seferinde ötelediğiniz hakikat için verilen bu şans bir gün nihayetlenecek ve artık kendinizi avuttuğunuz mazeretlerinizin hiç birisi işe yaramayacak... İşte bu yüzden hayatın merkezine partinizi değil de 'hakikati' koymalısınız.
Hakikat ‘mülkün’ sahibi gibi ‘tek’ iken, onlarca-yüzlerce 'doğru' vardır. Bu onlarca-yüzlerde doğru muhataba göredir tabii... Demokrasi böyledir mesela... Her partinin, her şahsın çerçevesini kendisinin çizdiği-tanımladığı 'doğruları' vardır. Hakikat tekdir ama hakikate giden yol da bir o kadar fazladır. Zira mülkün sahibi ‘eşyada aslolanın “ibaha” olduğu’ kuralını da koymuştur. Artık kavramı da siz araştırın.
Peki politika, yani parti merkezli siyasette hiç mi hakikat yoktur... Vardır elbette... Ayırt edebilmenin birinci şartı ‘hakikate’ talip olmaktır. Zira aksi ‘menfaat’tir ve menfaat sıradan insan için fevkalade ‘doğru’ bir kavramdır. Bu menfaatin kişisel ya da kurumsal olması, sizinle ya da bir yakınınızla ilgili olması, parasal ya da makamsal olması... hiç önemli değildir. Konuyu açıklığa kavuşturan da ‘niyetiniz’dir. Hz Yusuf da talip olmuştur ama hangi değişkenlerle olmuştur acaba... Araştırmaya değmez mi sizce de...
Biraz güncele inelim ve söylemek istediklerimizi somutlaştıralım isterseniz. Bu şekilde de politik angajmanı olan, hakikati göremeyen ve dilimizin altında bakla olduğunu düşünen dar görüşlü ‘arkadaşlara’ niyetimizi ızhar edelim.
Malum yakın zamanda bir seçim yaşandı. Seçimin ‘hakikat’le kesişen yanları elbette var. Feraseti olmayan, maslahattan bihaber, gündelik hesap içerisindeki bir takım güruh önlerine atılan ‘yem’e itibar ederek ‘ağ’a takılmayı tercih ettiler. Oysa düşmanın birkaç hamle sonrası hakkında fikir sahibi olanlar yüzüncü yalan için söylenen 99 doğruya itibar etmezler. Bu bir feraset halidir ve feraset mü'min vasfıdır. Yönetmek büyük sabır gerektirse de mü'min olmaya değer...
Nefret kötü bir duygudur elbette... Ağa takılanların durumu çözümleyememiş olmaları da nefrete alan açmalarındandır. Oysa buğz’ denen bir ‘müessese' vardır; ‘sizin’ içerisinde olmadığınız... Olacaklar bakımından öngöremediğiniz şeyleri kapatan da nefreti ‘buğz’a çevirememiş olmaktandır.
Angajmanınızı ve nefretinizi aşamıyorsanız kim sevinmiştir acaba (seçim) sonuca sorusunu sorun kendinize... Sözgelimi FETÖ, NATO, AB, ABD, İsrail nasıl bir pozisyon almıştır. Hani şu FETÖ’cüler bir türlü aşamıyor ya nefretlerini... Oysa itibar ettikleri şahsı kimin koruduğuna bile baksalar problemin kaynağını görecekler. Demek ki nefret basiretini de kapatıyor insanın... Veya Gazze’deki mazlumun sonuçla ilgili hissiyatı nedir. Devlet sırlarını mı paylaşsın sizinle de düşmana istihbarat versin...
Derler ki; yukarıda hilafetin kaldırılması tartışması devam ederken aşağıda sinek pisliği abdesti bozar mı bozmaz mı konusu tartışılıyordu. Ferasetsiz güruhun sosyal medyanın önüne koyduklarıyla oyalanması ‘âlî meseleler’ yanında işte bu kadar kıymetli (!)...
Suriye rejimini sevmem ama bu İsrail'in Suriye’ye saldırısının yanında olmayı gerektirmez. İran’ın İslam dünyasındaki yerini geçmişten günümüzde sorunlu bulurum ama Amerika'nın ezme girişimi beni mutlu etmez. Saddam idamı haketmeyen birisi değildi muhtemelen... Ama Amerika’nın gözetiminde idam edilmesinin yanında mı yer almak gerekir... Eğer gücüm olsa ‘etkin’ siyaset içerisindekilerden birçoğunu ben çekerim falakaya; kendilerine emanet edilen sorumluluk alanlarını menfaate devşirenleri için... Ama bu hâl ‘faşizm’e alan açmayı meşrulaştırmaz.
Savaşta içeride olanları düşmanla paylaşmak ihanet düzeyinde gaflettir. Düşman ana karargâhı ele geçirmeye çalışıyorsa, komutan kimi yanlışlar yaptı diye misyon düşmanlarına yol verilmez. Hesabı verilemez bunların... Yazıklar olsun hatta yuh olsun, veyl olsun ümmeti, önüne konana tercih edenlere!...