Daha önceki yazımda taşlara olan ilgimden bahsetmiştim. Taş deyip de geçmemek lazım, çocukluğumda oynadığım beş taşlardan tutunda yedi saksı diye yassı küçük taşları üst üste dizip yıkmaya çalıştığımız; seksek oynarken ‘’gıncık yedim ( mızıkçılık) ‘’ diye kardeşimin yüzüme attığı ve bunun gibi kafa gözü yaran taşlara kadar haşır neşir olduğum taşlar…Gördüğüm sıradan taşlar arasında, özel isimleri olan haşgeş taşı, esvap taşı, değirmen taşı, çakmak taşı, masallarda duyduğum, merak ettiğim dilek taşı, sabır taşı gibi taşlar…  

 

Meğer sabır taşı gerçekten varmış. Türk tasavvufunda yer bulan yapıtlardan olan sabır taşı; dervişler tarafından oymacılık ile yapılan tasavvuf eserinin hiç ek yeri olmayan mermerlerden oluyormuş. Bu taşları dervişler ömür boyu oymaya çalışır, hatta bir devrîşin başladığı sabır taşını, ancak torunu bitirebilirmiş.  Sabır taşları medrese ve dergâh girişlerine asılarak; ‘’Sabır taşları tasavvufta çekilecek çilenin, görev yolunda baş koymanın ilme ve hizmete kendini vermenin bir göstergesi’’ olarak kabul edilirmiş. Aslına bakılırsa, dervişin yaptığı; sabrı öğrenmek, nefsinin sivri yanlarını törpülemek, hizaya getirmektir… Taşa değil kendine çeki düzen vermek için.

 

Taşlar, insanlar üzerinde var oluşundan bu yana etkisini sürdürmekte. Tarih öncesi döneme adını veren, dünya tarihinin en eski çağı taş devridir. Eski taş devri, yontma taş devri, cilalı taş devri dönemlerinde insanların ilk mekânları taştır. İlimize yakın en belirgin örneği Frig Vadisidir. M.Ö. 18.- M.Ö.12. yüzyılda yaşayan Frigler; kayaları oyarak mağaralarda, yaşamış, kaya mimarisinde çok ileri gitmişlerdir. İlk insanlar önceleri taşı doğal olarak kullanmış, sonra yontup cilalamışlar.

 

Sıradan normal taşların yanı sıra dünyanın birçok yerinde gizemli taşlar mevcut. İstanbul' da bu türden gizemini koruyan çok sayıda dikili taş olduğu ve bunların bir kısmının da zamanla yıkıldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi de İstanbul'un her türlü felaket ve dertten korunması için, kentin değişik yerlerine, deği­şik tılsım mahiyetinde taşların dikilmiş oldu­ğundan bahseder. Çemberlitaş, bin parça beyaz mermerden yapılmış olan, minare gibi içi boş, merdivenli yüksek bir direk ve bu direğin tepesinde tek parça beyaz mermerden bir heykel varmış. Heykel yılda bir kez değişik mahiyette bir ses çıkarır, çevredeki bütün kuşlar heykelin etra­fında dönmeye başlar ve bunların binlercesi yere düşünce, halk da kuşları toplayıp yer­lermiş.

 

Çok eskiden beri insanlar, taşların büyüsüne ve gücüne inanırlardı. Bunlardan biri de Yada Taşı.  Türk ve Altay mitolojilerinde Simya Taşı. Cada (Cata, Sata, Caya, Zaya) Taşı da denir. Türk mitolojisinde yağmur yağdıran sihirli taş,  Büyü Taşı. Bu taşla istenildiği gibi yağmur ve kar yağdırılabilir, hava olaylarına etki edilebilir inancı varmış.  Yumruk büyüklüğünde ve koyu renkli, üzerleri damar damar çizgili ve soğukturlar. İçinden sesler gelir fakat içi boş değildir. Kullanıldıkça zayıflar ve gücü geçer. En iyileri kendiliğinden kutlu hayvanların şeklini almıştır. Özel bir yerde muhafaza edilir ve sık sık ele alınmaz. Sadece gerektiğinde kullanılır. Kurdun karnından çıktığı söylenir. Koruyucu olduğu da söylenir. Çin kaynaklarına göre Türk şamanları savaşlarda kar ve yağmur yağdırarak zaferler kazanmışlardır. Bu taş ile büyü yapan kişilere Yadaçı/Yatçı/Cadacı/Yayçı adı verilir. Ben bu taşı hiç görmedim.

 

Eski Türklerde cengâverler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kayaya veya taşa vererek ok atarlarmış. Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş. Neredeyse bir kalkan büyüklüğünde yassı kaya parçalarını sırtlarına bağlayıp arkalarından gelecek tehlikelere karşı kendilerini korumuşlardır.  Sonraları sırtlarını dayadıkları, sırtlarına bağladıkları taşın ismi, ARKA-TAŞ  dan ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacak olan, samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isim olmuştur.

 

Beni etkileyen taşlardan birisi de Hâcerül Esved’dir (Siyah Taş). Kâbe’de başlangıç yönünü gösteren 18-19 cm ebadında, etrafı gümüş halka ile çevrili siyah taş. Cennetten indirildiğine inanılan taş, Kâbe’nin güney doğu köşesinde. Hâcerül Esved ile Muallak Taşı birbirine karıştırılır. Bir zamanlar havada durduğuna inanılan taş; Hacer-i Muallak taşıdır. Bu taş, Müslümanlar ve Yahudiler için çok büyük bir öneme sahiptir. Hacer-i Muallak isminin anlamı aslında “asılı duran taş” demektir. Kuruluş kayası ya da Oyuk Kaya da bu taşa verilen isimler arasındadır. İnancımıza göre Hz. Muhammed (SAV) miraç için Kudüs’e gittiği ve orada bu taşın üzerine bastığı rivayet edilir. Müslümanlar tarafından Muallak Taşının kutsal olarak kabul edilmesinin asıl nedeni budur. Günümüzde bu taş, Kudüs’te Kubbet’üs - Sahra’nın içinde bulunur. Sadece tek bir köşesi yere değen ve buradan destek alarak duran taşa, aşağıdan bakıldığında sanki havada duruyormuş izlenimi veren bu taş 18 metre genişliğe ve 1,5 metre yüksekliğe sahiptir. Muallak Taşı’nın içine 11 basamaklı bir merdivenle inilebilir. Acaba bu rakamların oluşunda bir sır yatıyor mu merak ederim hep?

 

Ebabil kuşlarının attığı taşlar var. Hani Kâbe’yi yıkmak üzere büyük bir ordu ile gelen Yemen valisi Ebrehe’nin ordusuna saldıran kuşlar… Fil sûresi; Peygamber Efendimizin (s.a.v) doğumundan 50-55 gün önce meydana gelmiş bir olayı anlatır.  Ve söyle der; ‘’Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üstlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı (Fil sûresi / 1-5. Ayetler’’ )

 

Milyonlarca yıl önce dinozorların yok olmasına sebep olan dev asteroidlerde gökten yağan taşlardı. Taş kesilen şehir Pompei, Vezüv yanardağının lavları ile yok olan bir medeniyet ve helak olan insanların şehri, bize ibretle anlatılan; ‘’başımıza taş yağacak’’ türden yok oluşun hikâyesidir. Taşa yazılan, devasa tabletler geçmiş dönemlere ait bilgilerle, taşlardan yapılan heykeller, objeler,  enerjilerini bulundukları bölgelerin özelliklerini, geçmişe ait ışığın izlerini yansıtarak bizleri aydınlatıyorlar.  Şekillerinden efsaneler ürettiğimiz taşlar, bazen hayat dersi verir insanlara.

 

 Yeryüzünde ender bulunan pek çok doğal taşın insanlar üzerinde bıraktığı iddia edilen etkileri söz konusu. Bu taşlardan bazıları; akik, yeşim taşı, turkuaz, aleksandrit, ametist, apatit, aquamarine, aragonit, yıldıztaşı, amazon taşı, kan taşı, amber (kehribar) ,lâl, azurit, krizokol, sitrin, mercan, florit, garnet, hematit, altın renkli yıldız taşı,  Oltu taşı, safir, yakut, zümrüt, labradorit, lacivert taşı, krisopraz, bakır taşı, ay taşı, morganit, oniks, rodokrozit, peridot, kuartz, obsidyan, topaz gibi taşlar binlerce yıl boyunca insanları güzelliği ve ışıltısı ile büyülemiştir.   

 

 Peygamber efendimizin yüzüğü akik taşındandı ve mühür olarak kullanırdı.  Gelmiş geçmiş bütün hükümdarlar taşların anlamına, gücüne inanarak cihana hükmetmiş imparatorlar bu taşları üzerinde taşıyarak kendilerine iyi geleceğine inanırlardı. Değerli yaşlar en çok dekoratif eşya olarak kullanılsa da dini sembollerle de tanınırlar. Muska ve tılsım veya soyluların kullandığı takı ve süs eşyaları insanlık tarihinin ve antik kültürün bir parçası olmuştur. Ve daha pek çok gizemli taşlar mevcuttur tılsımına inanılan, sırrına erilemeyen.

 

Günlük hayatımızda da taşlar; atasözleri ve deyimlerle yerini almıştır. Bazıları; mermer iyi taştan, iyilik iki baştan, ummadığın taş baş yarar, taş yerinde ağırdır. Yuvarlanan taş yosun tutmaz. Taşı sıksa suyunu çıkarır. Çirkin ile bal yenmez, güzel ile taş taşı. Taşı gediğine koymak. Bağrına taş basmak, Taşı başa, başı taşa vurmak. Sana taşla vurana sen aşla vur. Mezar taşı ile övünülmez. Ayağa değmedik taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz.

 

Ayağınıza taş değmeyen günler dileği ile…