Üç ayların gelişini çocuklarla kutlayan tek şehir Konya’dır herhalde... Çocukluğumun geçtiği yıllarda aklımda kalan üç aylar geleneğini hatırlarken; hâlâ bu geleneğin eskisi gibi olmasa da sürdüğünü görüyorum. Konya’da Öğretmen Evleri denilen mahallede geçti çocukluğumun bir kısmı. Birbirine paralel sokaklarda tek ya da iki katlı müstakil bahçeli evlerin olduğu mahallede genellikle öğretmenler oturduğu için bu ismi almış olmalı.
Bahçeleri meyve ağaçları ile dolu evlerin iki bahçe kapısı vardı. Biri öndeki sokağa, diğeri arka sokağa açılan. Boş arsaları da çoktu; genellikle oralarda oynardık. Bir de ince dere akardı, sanırım bahçeleri sulamak için açılmış arktı. Kenarlarında ağaçlar, baharda yemyeşil otlarla, çiçeklerle çocuk parkını aratmayan doğal bir güzellik içindeydi. Mahallemizde ne çok çocuk vardı. Çoğunun ismini bilmesek bile arkadaştık hepsiyle. Bu arkadaşlık bağları üç ayların başlangıcı olan Recep Ayının ilk perşembesi, yaşanacak fener alayının heyecanı ile doruğa çıkardı.
Üç aylar gelmeden günler öncesinden çarşılarda, pazarlarda, mahalle bakkallarında renk renk, çeşit çeşit fenerler kimi asılı, kimi tezgâhta yığılı alıcı beklerdi. Sadece fenerler mi? Şekerlemeler, çerezler, çikolatalar bir bayram arifesinin coşkunluğunu sunardı. Bütün bu hazırlıklar; gece fener alayı, ertesi gün şivlilik içindi.
Akşam ezanından sonra boş arsaya gençler ateş yakarlar, büyük bir ateş, genellikle otomobil lastiği olurdu. İsli dumanın ardından alev alev yanan ateşin üstünden gençler atlarken ellerinde fenerlerle bu ateşin etrafında halka olmuş çocuklar, anneleri, babaları ile gecenin neşeli atmosferine ortak olurlardı. Gecenin karanlığında ışıldayan fenerler görülmeye değer bir manzara içinde bize bir mesaj veriyordu. ‘
’Fenerler ve ışık, aydınlığı, aydınlanmayı, bilgilenmeyi; Hakk’ın nuruyla ışıklanmayı ‘’ anlatıyordu. Karanlık ise günahları, cehaleti, zulümleri temsil ediyordu.
Regaip Kandili günü, ellerine poşetleri alan çocuklar, kapı kapı dolaşır;
‘’Şivlilik Şivli şivli şişirmiş Erken kalkan pişirmiş, İki çörek bir börek Bize şivlilik gerek…’’ diye her evin önünde bağırırdık. Sonra kandilini kutlardık açılan her kapının sahibinin. Evin sahibi çoktan hazırladığı şeker, leblebi, iğde, erik, elma kurusu gibi çerezleri ile çıkardı kapının önüne; kuş sürüsü gibi cıvıldayan çocukların torbalarına avuç avuç doldururdu, şekerini, çerezini ne verecekse onu.
Çocukların kapısını çalamadığı bir, iki ev vardı. Nedense bu evlerden korkardık. Çocuklar arasında yayılan, adeta bir şehir efsanesiydi bu evler. Bu evlerde cadılar otururmuş, bunlar; çocukları yiyen, diğerinde çocukları bodrumuna ayaklarından bağlarmış, tavana asar, gece gündüz dövermiş, kimi kesermiş. Bunların değil kapılarına varmak, evlerinin önünden bile geçemezdik. Geçmek zorunda kaldığımızda o sokaktan öyle bir koşardık ki; tutabilene aşk olsun. Sokakta görsek o kadınları çil yavrusu gibi dağılır evlerimize saklanırdık. Kendi korkumuzu kendimiz yaşardık. İşin garibi annelerimiz oturmaya giderlerdi o evlere.
Bir şivlilik günü cadı sandığımız kadın, kapısının önüne çıkmış bizi çağırıyor, on beş, yirmi çocuk varız, kaçtık yine, adeta kuş olduk uçtuk. Kadının cadı olduğundan haberi olmayan mahalleye yeni gelmiş iki çocuk, çağıran kadının yanına gitti. Biz sokağın bir ucuna sinmiş olanları seyrediyoruz. Onlara 2,5 lira para vermiş şivlilik için.
Çocuklar büyük sevinçle yanımıza geldi. 2.5 lira bir çocuk için çok iyi bir para. Baktık kadın hâlâ kapının önünde duruyor, çocukları yemiyor, koştuk hep birlikte ‘’
Şivlilik’’ diyerek. Hepimize 2,5 lira ve hazırladığı şekerleri dağıttı. Sonra da ‘
’Hakkınızı helal edin’’ diyerek helalleşti. Ne hakkımız varsa? Helal ettik. Parayı görünce kadının ne cadılığı kaldı, ne de çocukları yemesi… Kadın herhalde kendisini gördükçe kaçan çocukları fark etti ve onları kazanmak için üç ayları bekledi. Bu günlerin manevi havasını fırsat bilerek aramızdaki kin ve dargınlıkların kaldırılması düşüncesi ile çocukları sevgisini kazanmak istemiştir.
Yıllar sonra üniversiteye giderken, sınıfıma cadı sandığımız; çocukları bodruma kilitleyip; ayaklarından bağlayarak tavana asan diğer kadın girdi. Matematik öğretmenimdi. Dünya tatlısı bir öğretmeni nasıl da cadı diye yaftalamıştık anlamadım. Çocukluğun hayal dünyası da bir başka oluyor…
Mahalleyi saran pişi kokuları içinde üç ayların geldiğini müjdeleyen fener alayı ve şivlilik geleneği sanırım Konya’dan başka bir yerde yok ve hâlâ devam ediyor. Çocuklar, kendilerine verilen değeri görüp; üç ayları karşılarken verilen önem ile üç ayların değerli olduğunu kavrayarak; eğlence ve neşe içinde bu mübarek aylara dâhil oluyor, dinini baskısız severek öğreniyordu.
Üç aylar kendi nefsimizi terbiye ederken ruhun karanlıktan kurtulması, Allah’ın sevgisine ulaşması için gidilen aydınlık yolun başlangıcıdır. Manevi arınma mevsimidir üç aylar... Dünya oyalanmalarını bir kenara bırakıp ailemize, çocuklarımıza, bütün insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlama gözden geçirme zamanıdır. Bize verilen en güzel fırsatların günleridir üç aylar. Şahsi menfaat hesaplarını, basit düşünce farklılıklarını bir kenara bırakarak dinimizin bizden ısrarla istediği barış, hoşgörü, sevgi, kardeşlik, birlik ve beraberliğin sağlanması, güçlenmesi, kaybolmaya yüz tutmuş ahlaki değerlerimizin yeniden kazanma zamanıdır
Sevgili Peygamberimiz, mübarek üç aylar için; “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır” (Buhârî) buyurmuşlardır. Peygamberimiz, Ramazan ayı dışında en fazla Recep ve Şâban aylarında oruç tutmuşlardır. Recep ayı girdiğinde de, “Allah’ım, bize Recep ve Şaban’ı mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır” (Keşfu”l Hafa) diye dua etmiştir. Bu güzel duaların gayesine erişebilmek dileği ile üç aylarımız ve Regaip kandiliniz mübarek olsun...