Yaz bitiverdi… Herkesin, özellikle çalışanların dört gözle beklediği tatil ayları bitti işte… Denize giden denize gitti, yazlığı olanlar yazlıklarına, Memleketinden ayrı olanlar memleketlerine, köylerine gidip sıla-i rahim de bulundular. Bağı bahçesi olan bağı ile bahçesi ile uğraştı, hasatlarını topladı. Çoğunda şimdiden yaz özlemi başladı bile.
Ben de bu yaz bol bol gezdim. Yurdumun doğal güzelliklerini yeniden keşfetme fırsatı buldum. Hiç görmediğim yerlere gittim. Yayla köylerinde, eşsiz kahvaltılar için bahçeden elimle domates, biber, salatalık topladım. Tertemiz havalarında taze sabahlara uyandım. Gerçekten harika bir yaz geçirdim. ‘’Yediğin içtiğin senin olsun gördüğünü anlat ‘’ derler ya hani, bende heyecanımı sizlerle paylaşmak istedim.
Kayseri’deki Kapuzbaşı Şelalelerinden başladım gezime. Kayseri’den 165 km. uzaklıkta, Yahyalı’dan geçiyoruz. Hani halıları ile ünlü ilçeden… Kıvrıla kıvrıla geçtiğimiz yollarından, sonra iniş başlıyor, yol boyunca sıkılmasam da sabırsızlanıyorum bir an önce gidebilmek için.
Hacer ormanları arasında giderken hayallere dalmak içten bile değil. Dağları yarıp gidiyormuşuz hissine kapılıyor insan. Yol boyunca tepelere serpiştirilmiş, elektrik üreten rüzgârgülleri nazlı nazlı dönerek selam verdi. Virajlardan dar dağ yollarından geçip varıyoruz Kapuzbaşı Şelalelerine.
Dünyanın en yüksek ikinci şelalesi… Kapuzbaşı şelalesinin aktığı yerin rakımı 700 metre. Aladağ’ın zirvesinde bulunan kar ve buzullarla besleniyor. Yazın en sıcak günlerinde gittiğimiz halde, buz gibi çağlayan suların serinliği ürpertiyor. Etkileyici görüntüsü ve sesi var şelalelerin.
Zamantı ırmağının iki yanında ve ırmağın üzerini kapatan tabii bir köprünün baş kısmında yer alan 20 metre yükseklikte Yeşilköy şelalesi vardır. Yine Kapuz Başı Köyü yakınında tepenin doğu ve güneyindeki derin vadi yamaçlarından irili ufaklı büyük bir gürültü ile akan ve görenleri hayrete düşüren vadinin yamacından, Voklüz ayna şeklinde çıkan sular büyük şelale halinde Suarısı deresine dökülerek oradan da Zamantı ırmağına karışmaktadır. Yörede beş tanesi büyük, iki tanesi küçük olmak üzere yükseklikleri 30 ile 70 metreyi bulan ve her biri dereyi besleyecek güçte olan 7 şelale vardır. Ayrıca ilçeye 7 km. Uzaklıkta Derebağ Şelalesi de görenleri büyüleyecek derecede bir görkeme sahip oluşuyla, görmek isteyenleri etkileyecek bir doğa harikasıdır.
Şelale, Aladağlar dağ yürüyüşü parkurunun en güzel durak noktalarından biri… Adana-Kayseri arasındaki Aladağlar geçişini 5 günde tamamlayan gruplar, 4. gün Kapuzbaşı Şelale’lerinin yanı başında çadır kurup konaklıyorlar.
Kayalardan inen sular kimi yerde, fışkırarak akıyor, üzerinize çiseliyor, kimi yerde nazlı nazlı gelin duvağı gibi süzülüyor. Gümüş renginde akarken vadiye düşen su turkuaz oluyor, müthiş renk uyumu sizi gerçekten büyülüyor. Bazı şelalelerin dibine kadar inme şansımız var ve iniyoruz.
Güzel ülkemin pek duyulmamış şelaleleri bazı günler çok kalabalık oluyormuş, biz gittiğimizde tenha idi. Dere kıyısında hazırlanmış oturma yerlerinde, Şelale manzarası karşısında çay içmek te ayrı bir güzel. Sıcak çayını yudumlarken dağlardan inen suların aktığı dere nerelere hayat verdiğini düşünürken, yurdumuzun doğal yönden ne kadar zengin olduğunun farkına varıyorsun. Zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyorsun bile. Yine de karanlığa kalmadan dönmek istiyoruz.
Kapuzbaşı şelalelerinden sonra, Erciyes’e uzaktan el sallarken efsanesi geliyor aklıma. Çeşitli efsaneler var Erciyes hakkında bunlardan biri de Kerem ile Aslı…
16. yüzyılda yaşanmış dillere destan bir aşk hikâyesidir Kerem ile Aslı efsanesi. Bir rivayete göre Kerem, Aslı’sına yedi yıllık bir takibin sonunda en nihayet Kayseri’de kavuşmuş ancak ne yazık ki aşk ateşi onları yakıp kül etmiştir. İşte o müthiş aşkın, Kerem ile Aslı’nın hikâyesi:
İran’ın İsfahan şehrinin Şahı Sururi’nin veziri, Yahud adında Ermeni bir papazmış. Şahın da vezirin de çocukları olmuyormuş. Bir gün birlikte seyahat ederlerken yolda eğer çocukları olursa birbirleri ile evlendireceklerine dair söz vermişler. Yolda önlerine çıkan bir dervişe dertlerini anlatmışlar. Derviş, Şaha bir fidan vermiş. Bu fidan sarayın has bahçesine dikilmiş, büyümüş ağaç olmuş ve gün gelmiş bir tane elma vermiş. Bu elmayı Şahın ve Papaz’ın hanımları bölüşüp yemişler. Bir süre sonra Şah’ın eşi Hatice sultan bir oğlan, Papazın hanımı da bir kız doğurmuş. Oğlanın adını Ahmet Mirza, kızın adını da Kara Sultan koymuşlar.
Zaman su gibi akıp gitmiş. Çocuklar büyüyüp serpilmişler. Ailelerinin bir birlerine verdikleri sözden çocuklar haberdar değillermiş. Bu arada15 yaşına gelen Ahmet Mirza, bir gece rüyasında Kara Sultanı görmüş, içine bir aşk ateşi düşmüş. Gelin görün ki zamanla Papaz verdiği sözden pişman olup, kızını bir Müslüman’a vermekten vazgeçip, İsfahan’ı terk ederek Zengi kasabasına kaçmış.
Günlerden bir gün Ahmet Mirza can yoldaşı Sofu ile birlikte ava çıkmış. Av sırasında çok güzel bir şahine rastlamış. Şahini yakalamaya karar vermiş. Şahin bir bahçeye girmiş. Ahmet Mirza da peşinden gitmiş. O bahçede şahini ararken karşısına bir köşk çıkmış .Ahmet Mirza köşkün pencerelerine bakarken olduğu yerde donup kalmış. Çünkü tam karşısındaki pencerede ay parçası gibi bir kız oturmuş, gergef dokuyormuş. Ahmet Mirza sadece bir kez bakabilmiş bu güzel kıza. O anda aklı başından gitmiş. Rüyasında ona aşk şerbeti içiren dilberin o olduğunu fark etmiş. Pencereye doğru ilerlemiş ve kıza hitaben;
‘’Başı yastık göre mi? Gözü dilber görenin/
Gözüne uyku gire mi? Zülfüne berdar olanın.’’ Demiş ve kollarından yakalayarak kendine doğru çekmiş ve :
- Ey güzel, sen hangi bahçenin sümbülüsün, diye sormuş. Bir gören olur diyerek telaşa kapılan kız
- Babam İsfahan şahının eski hazinedarıdır. Kerem eyle… Görmesin… Beni salıver gideyim, diye karşılık vermiş.
Kızın bu telaşlı haline anlam veremeyen Ahmet Mirza:
- Bu halinin Aslı nedir, söyle salıvereyim? Demiş.
Kız:
- Kerem eyle, kerem eyle diyerek yalvarmış.
Ahmet Mirza’nın o anda birden bire aklına bir şey gelmiş ve kıza şöyle söylemiş:
- Seni bırakırım ama bir şartım var. Bundan sonra benim adım Kerem, senin adın Aslı olacak ve birbirimizi böyle hitap edeceğiz.
Kız, Kerem’in aşk dolu gözlerine bakarak:
- Peki, kabul ediyorum. Bundan sonra benim adım “Aslı” senin adın ise “Kerem” olsun demiş. Böylece âşıklar kendi isimlerini kendileri koymuşlar. Aslı’nın yüreği de kor gibi yanmaya başlamış.
Yaşananlardan haberdar olan Papaz hiç zaman yitirmeden oradan da kaçmış.
İşte, Kerem’in Aslısının peşi sıra bütün Anadolu'yu baştanbaşa dolaşma hikâyesi böylece başlar. Yolda rastladığı insanlara hayvanlara, dağa, taşa saz çalarak şiir okur ve sevdiğini sorar. Birkaç defa onu bulur ve gizlice görüşüp dertleşirler ama her seferinde durumu öğrenen Papaz Aslı’yı kaçırır.
Kerem, Sofu ile birlikte artık yollardadır. Van'a gelirler. Bir kahveye misafir olurlar. Kerem alır sazı eline :
“Hey ağalar hangi derde yanayım /Yitirdim Aslı'mı gören olmadı /Pervâneler gibi yandım tutuştum /Yandım alevimi gören olmadı.”
Ardından Kelbe köyünde konaklarlar. Köylülere, bir Ermeni Papaz ve ailesinin buradan geçip geçmediğini sorarlar. Kars'a doğru gittiklerini, ancak dört ay olduğunu öğrenirler. Yolda yine turna
katarı görürler. Kerem sazıyla buluşur:
“Dertli Kerem der ki uğradım derde / Canım kurban olsun merd oğlu merde /
Allı turnam ne gezersin bu yerde / Yok mu sizin vatanınız eliniz?”
Yeniden yollara düşer ve Azerbaycan'ın Şuşa beldesine gelip kahveye yerleşirler. Kerem sazını alır, bağrına basar:
“Ne vakit ki han Aslımdan ayrıldım / Beni öldürmeli döğmeli değil / Gece gündüz ah ederek yanarım /Beni öldürmeli döğmeli değil.
Yedi yıldır hatırını sormadım / Geçti ömrüm bir murada ermedim / Fırsat elde iken demler sürmedim /Beni öldürmeli döğmeli değil.”
Acı tatlı yıllar süren onca maceradan sonra Aslı’nın ailesinin Kayseri’nin Şiremenli mahallesine yerleştiğini ve annesinin dişçilik yaptığını öğrenir.
( Kerem ile Aslı’nın efsane aşklarına tanıklık eden Tavukçu Mahallesindeki ev restore edilerek, sokağına âşıkların heykelleri dikilecek)
Diş çektirme bahanesiyle eve girdiğinde Aslı ile karşılaşır ve kendinden geçer beti benzi solar. Aslı annesine haber verir. Annesi, hastasının başını Aslının dizine koymasına izin vererek hangi dişinin ağrıdığını sorar. Aşk sarhoşu olan Keremin gösterdiği her dişi çeker. Kerem aslının dizinden kalkmamak için ağzındaki dişlerin hepsini çektirir.
Aslı’nın annesi, hastanın Kerem olduğunu anlayınca kocasına haber vermek için aceleyle odadan çıkar. O sırada Aslı ile Kerem anlaşarak gece kaçmaya karar verirler. Ne var ki Papaz, Kerem ile Sofuyu yakalatıp zindana attırır. Olaydan haberdar olan Kayseri beyi Kerem’i huzura getirtip onu dinler. Bey bu aşk hikâyesinden öylesine etkilenir ki hemen Papazı çağırtıp Aslı’yı Kerem e vermezse ölümlerden ölüm beğenmesini söyler. Başka çaresi kalmadığı anlayan Papaz istemeye istemeye Kerem ile Aslının evlenmelerini kabul eder. Düğün gecesi Aslı, babasının yaptırdığı makas değmedik, iğne dikmedik elbisesini giymiştir. Bu elbisenin düğmeleri büyülüdür. Çözülen her düğme kendiliğinden yeniden iliklenir. Muradına eremeyen Kerem öyle bir "ah" çeker ki ağzından çıkan alevler onu yakıp kül eder. Bunu gören Aslı vurulmuşa döner.
Sırma saçlarını süpürge ederek külleri toplamaya çalışır. "Her ateş söner de aşk ateşi sönmezmiş" ya, küller içindeki bir kıvılcımdan Aslı da tutuşur ve yanar. Onların elleri değil ama külleri kavuşur ve iki aşığın külleri, Erciyes’in eteğinde toprağa verilir.
Şimdiler de o küllerden her yıl bir çift gül açarmış. Birinin rengi kırmızı diğerinin ki sarıymış. Bu güller kırk gün durur, sonra sararıp solarak bu iki talihsiz âşığın küllerine karışırmış. Bu nedenle derler ki: Erciyes’in başındaki kar; bu iki aşığın kefeni, yağan yağmurlar ise onların gözyaşıdır. (Alıntı)
Erciyes o günden sonra beyaz ve dumanlı kalmış. Efsanelerimiz her zaman ilginçtir. Var olan doğa olayına mutlaka bir hikâye yakıştıracağız.
Kayseri merkeze yol alıyoruz. Kayseri; Selçuklu döneminin izlerini koynunda saklıyor. İlk göze çarpan Kalesi ve geniş Cumhuriyet Meydanı… Koca Sinan’ın memleketi; hanları, medreseleri, camileri, kervansarayları ve müzeleri ile görülmeye değer bir şehrimiz.
Bugünkü Kayseri'nin ilk yerleşim yerlerini içine alan kale ve surlar geniş bir alana yayılmış. Hep kaleleri yükseklerde olur sanırdım. Buna rağmen haşmetli bir görüntüsü var. Surları bakımda; ama surlar içinde dükkânlar, mağazalar yer alıyor. Mağazalar her şehirde gördüğümüz türden. Kayseri’nin mantısı, sucuğu, pastırması meşhur… Afyonkarahisar’la rekabet halinde olduğunu düşünüyorum ve oyunu memleketime veriyorum.
Her şehrimizin kendine özgü güzelliği var, birini diğeri ile kıyaslamam mümkün değil! Sanayisinde de ileri düzeyde olan bu güzel şehir sele serpe yayılmış günden güne gelişmekte.
Kayseri’de bir gece konakladıktan sonra Nevşehir, Ürgüp’e doğru yola çıkıyoruz. Küçükken misafir odamızın duvarında takvim yaprağından çerçeveletilmiş bir tablo vardı. Altında da peri bacaları yazıyordu. O yıllar henüz doğa olaylarından haberim olmadığı için tabloya uzun uzun bakıp, masallardan okuduğum, büyüklerin anlattığı hikâyelerden yola çıkarak peri kızlarının evleri olduğunu düşünür mistik bir bakışla hayallere dalardım. Aslında pekte haksız sayılmazmışım.
Yıllar önce gezdiğim Kapadokya’yı bir kez daha görmek istiyorum. Bakalım neler değişmiş! Bir kere oteller, moteller artmış, yöreye ait hediyelik eşya satan dükkânlar yerli halka gelir kaynağı olmuş. Otantik yapısı bozulmadan, restore edilen evler, geniş balkonlu, huzurlu ortamlara dönüştürülmüş.
Sabahın erken saatlerinde uçan balonlarla, güneşin doğuşu ile birlikte, peri bacalarının üzerinde uçmak, gün boyu Kapadokya’yı gezerek yorulmak ve akşamda gün batımı ile birlikte büyüleyici manzara eşliğinde akşam yemeği yiyerek unutulmaz zaman içinde kaybolmak tatilini değerlendirmek isteyen meraklıları için ideal yer.
Pers dilinde 'Güzel Atlar Ülkesi' anlamına gelen Kapadokya, hem doğası hem de kayalara oyulan evleri ve kiliseleri ile tarihle bütünleşen bir bölgemiz. Kapadokya 1985'de UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde de yerini almıştır. UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne giren bölge, Göreme Milli Parkı, Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirleri, Karain Güvercinlikleri, Karlık Kilisesi, Yeşilöz Theodoro Kilisesi ve Soğanlı Arkeolojik alanını kapsıyor.
Peribacaları, yumuşak tüflü bir arazide vadi yamaçlarından inen sel suları ve rüzgârın tüfü aşındırması fakat daha sert tabakaların aşınmadan ayakta kalmasıyla oluşuyor. Altının oyulmasıyla daha sert olan kayanın şapka gibi kaldığı bu yeryüzü şekillerine ise şapkalı peribacası deniyor. Şapkalı peribacalarının gövdeleri koni şeklinde, işte üç güzeller de bu şapkalı oluşumların en güzel örneği.
Peri bacalarını görüp, bu güzellik karşısında büyülenmemek elde değil, peri bacalarının kendi aralarında farklılaştığına da şaşırıyorsunuz. Şapkalılar, koniler, mantar biçimliler, sütunlar ve sivri kayalar diye adlandırılan farklı peri bacaları var çünkü. Kapadokya'da sizi hayrete düşüren sadece peri bacaları değil, bölgenin her bir köşesi başka bir sürpriz barındırıyor. Kayalara oyulmuş geleneksel Kapadokya evleri ve güvercinlikler bu sürprizlerden birkaçı.
Ürgüp’ten Göreme’ye giderken kalabalık bir turist kafilesi görürseniz bilin ki Üç Güzelleri izlemek için durmuştur tur otobüsleri. Yerli, yabancı turistler; seyir tepesinden göz alabildiğince uzanan bu doğa harikasını seyrediyordur.
Dedim ya şekilli bir taş, kaya görürsek mutlaka bir efsanesi vardır. Üç güzellerin prenses, çoban efsanesi de;
Efsaneye göre, Kapadokya kralının kızı bir çobana âşık olur ancak babası evlenmelerine müsaade etmez, prenses çobanla kaçar, çocukları olur. Kral peşlerine asker gönderir. Yakalanmak üzere iken, ölmemek için bir mucize dileyen prensesin dileği kabul olur ve çoban, prenses, çocukları birer taşa çevrilir. En önde duranın çoban, aradakinin çocuk, en arkada yer alanın ise prenses olduğuna inanılmış.
Turistlerin pek çoğu Japon. Ta nerelerden gelmişler doğa güzelliklerini görmek için. Herkes durmadan fotoğraf çekiyor. İyi ki cep telefonları var. Öz çekim yapanlarla, fotoğraf çekmek için birbirinden rica edenler, etrafın büyüsüne kapılıp kendinden geçenlerle dolu. Yolun bir kenarında süslenmiş iki deve ile tur atanlar, bundan para kazananlar.
Kapadokya ‘da Kızılırmak kenarındaki, Avanos'ta halıcılık çok yaygın. Sadece halılar da değil! Avanos neredeyse her adımda çanak çömlek atölyeleriyle de dolu. Avanos ustalarının turistlere çanak çömlek yapımını öğrettikleri atölyelerin önlerinde seramik eşya, tabaklar, su testileri dizi dizi sergileniyor. Bu seramik geleneği de ta Hititler ‘den kalma.
Yeraltı şehirleri de çok ilginç, Kapadokya’da yerin altında 150 – 200 tane ayrı dünya diyebileceğimiz yeraltı şehri var. Hep bir ağacın köklerine benzetilen ve toprağın altına yayılarak yine birbirine bağlanan Kapadokya Yeraltı Şehirleri eski medeniyetlerle ilişkilendirilse de, çoğunun gizemi hala çözülememiş. Dilden dile dolaşan efsaneleriyle, şimdi bile aklı zorlayan, ‘nasıl yapıldı acaba’ diye düşündüren mimarileriyle günümüze kadar gizlenerek gelmiş. Henüz 36 tane yeraltı şehri tanınıyor. Volkanik tüflü arazide kayalar; teknolojinin olmadığı bir dönemde nasıl ve neyle kazılarak oyuldu merak ediliyor doğrusu.
Kapadokya binlerce yıllık geçmişinde sıklıkla saldırılara ve akınlara maruz kaldığından, hemen hemen her evin altında tehlike anında gizlenilebilecek odalar ile gizli geçitler bulunuyor. Bu da yer üstündeki köy yerleşimlerini yer altına taşıyarak yeraltı köyleri, köyleri birbirine bağlayan tünellerle de yeraltı şehirleri oluşturmuş.
Binlerce insanının hiç dışarı çıkmadan uzun bir süre barınmasını sağlayan erzak depoları, su kuyuları, kesintisiz havalandırma sağlayan bacalar, tuvaletler, ibadethaneler ile düşündüren mükemmel bir tasarım. Ürgüp’te de bir gece kaldıktan sonra Aksaray Ihlara Vadisine doğru yola çıkıyoruz.
Yol botunca Afyonkarahisar düşüyor aklıma. Memleketimde de oluşumları benzerlik gösteren; vadiler var. Henüz keşfedilememiş birçok güzellik, efsaneleri ile tarihi ile doğası ile neden gün yüzüne çıkamıyor, kendi sınırları içinde kalıyor diye hayıflanıyorum.
İhsaniye, İscehisar, Bayat ve Bolvadin ilçelerinde değişik biçimlerde, şapkalı veya şapkasız çok sayıda peri bacaları bulunmaktadır. Bunlardan Bolvadin ilçesine bağlı Özburun kasabasının Minareli Deresi’nde diğer yörelerdeki peri bacalarından çok farklı oluşumlarıyla dikkat çekmektedir. Kemerkaya kasabasından Bayat ilçesine doğru uzanan hat arasında peri bacalarına rastlansa da Derbent köyü civarında peribacalarının yoğunlaştığı görülmektedir.
Ayrıca Bayat ilçesinin İnpazarcık bölgesinde ve Mekan Yaylası’nın karşısında bulunan Eyerli dağının yamaçlarındaki dere yatakları içerisinde peri bacaları bulunmaktadır. Peri bacalarının en yoğun olduğu bölgeler ise, İscehisar ilçesinin Seydiler kasabasından başlayarak İhsaniye ilçesinin Döğer kasabasına kadar uzanan ve Afyonkarahisar Valiliği tarafından yaptırılan Turizm Kuşağı Yolu ile birbirine bağlanan hat üzerindeki yörelerdir. İscehisar ilçesi Seydiler kasabasının içinde ve çevresindeki vadilerde irili ufaklı çok sayıda peri bacası bulunmaktadır.
Afyonkarahisar-Ankara yolunun kenarında oluşu nedeniyle en kolay ulaşılabilecek peri bacaları bunlardır. Bunun yanı sıra Karakaya köyünün Veliler, Kavruklar ve Keserler mahallelerinde; Olukpınar köyünün Öldümler mahallesinde, Ağın Dağı’nın eteklerindeki kaya yerleşimlerinin ön kısımlarında; Alanyurt kasabasında ve Selimiye köyü civarlarında; Çatağıl köyüne 2 kilometre kala orman içinde bulunan Ornaş Kayalıkları civarında bol miktarda peribacaları bulunmaktadır.
İhsaniye ilçesine bağlı Kıyır köyünün sırtını yasladığı dağın eteklerinde; Ayazini kasabasının içinde ve yakın çevresinde; Hayranveli kasabası sınırları içinde bulunan Göynüş Vadisi’nde; Demirli köyü civarında; Bayramaliler köyü çevresinde; Döğer kasabasının Alanlı mahallesi yolunda ve Asar Kale civarında Afyonkarahisar ilinin en büyük peri bacaları ve peri bacası vadileri bulunmaktadır.
Ayrıca Üçlerkayası köyü ve çevresinde, değişik boyut ve şekillerde, şapkalı, şapkasız peribacaları yer almaktadır. Yaklaşık olarak 110 kilometrelik köy yolları ile birbirine bağlanan bu bölgede, doğal güzelliklerin yanı sıra tarihi ören yerleri de turizmin ilgi odağıdır. Peri bacalarıyla, yörede yaygın biçimde yüzeylenen tüf kaya bloklarının insan eliyle oyulmasıyla oluşturulan kaya yerleşimlerinin çok yaygın olduğu bölge, tarihi ve doğal sit özellikleri ile gelecekte Afyonkarahisar ilinin alternatif turizm açısından en önemli kaynağı olacaktır.(Türkiye Kültür Portalı-Alıntı)
Gönül istiyor ki benim memleketimde de bu tür turizm turları çoğalsın, Yurdunu yöresini tanımak isteyenlerle dolup taşsın...
Yaz bitti ama yazım bitmedi. Gördüğüm güzellikleri yazmaya devam edeceğim…
Mürşide AYHAN