Devletin girişimci olarak başarılı olamamıştır. Bu yüzden Türkiye fevkalade ağır bedeller de ödemiştir. Ancak bu durum devletin mutlak başarısızlığı anlamına gelmeyeceği gibi, devletin varlığı piyasayı dengeleme ve sosyal politikalar bakımından son derece önemlidir. TOKİ bunun örneğidir mesela... Nitekim bu kurumun konut edindirme faaliyetleri, hayalini dahi kuramayacak milyonlarca insanın yaşamlarını bir yandan ortalama insani standartlara yükseltmişken, bir yandan da piyasada konut fiyatlarını dengelemiştir.
Yerli ve milli olmak elbette üretici birimin sadece devlet olması gerektiği anlamına gelmez. Önemli olan, kalite ve fiyat bakımından da dünya ile yarışabilecek ürün çeşitliliğini ortaya koyabilmektir. Bir başka deyişle devlet koruması altında, sözgelimi TOFAŞ ürünü arabaların üretimi değildir marifet… Amerikan Apache ile yarışabilecek ATAK’ların üretilmesidir mesela... Buradan mutlak en iyisi olmanız gerektiği anlamı çıkmaz ama, en iyiye talip olmanız da gerekir.
Bu bağlamda yerli ve milli denince sıradan insanın ilk aklına gelen şey, savunma sanayiidir. Bu alanda haklı bir gururumuz vardır. Zira dünyada 80’li yıllarda başlayan ekonomik ve siyasi değişimi yakalayamayan Türkiye, 2000’li yıllarda adeta atağa geçmiştir. Çok kısaca hatırlatmak gerekirse 80’li yılların başındaki ekonomik değişim rekabete açık ekonomi modelleri iken, yakalanamamış olan siyasi değişim; 80’li yılların ortasında başlayan ve Sovyetlerin dağılacağı, dolayısıyla Türkiye bakımından bir tehdit olmaktan çıkacağı, Türkiye’nin NATO ile ilişkileri gözden geçirmesi gerektiğine dair politik, hukuki ve toplumsal adımların atılamamış olmasıdır. Türkiye’nin bunu görebilmesi yirmi kritik yılına maloldu. Zira mevzubahis dönem dünya konjonktüründeki baş döndürücü gelişmelerin yaşadığı, yani Doğu Blokunun çöktüğü ve yeni ve tarihi fırsatların doğduğu dönemdir.
Yerli ve milli olmak sadece iç üretimle de ilgili değildir. Zira yerli ve millilikten esasen kastedilen şey güvenliktir; ürün güvenliği, arz güvenliği, gıda güvenliği gibi… Bu anlamda ekonomide çeşitlilik de önemlidir. Bu çeşitlilik bir yandan ürün çeşitliliği, bir yandan da partner çeşitliliğidir. Yani ticari ‘partner’larınızdaki sayısal yükseklik… İthalat bağımlılığı oluşturabilecek ürünlerde arz güvenliğini sağlamak adına tedarikçi ülkelerin çeşitlendirilmesi böyledir mesela... Bu anlamda Türkiye’nin özellikle doğalgaz tedariki bakımından yeterince güvenli bir yerde olduğunu söyleyemiyoruz maalesef… Zira % 99’unu ithal ettiğimiz doğalgazın yarısı kadarını Rusya’dan alıyoruz. Türkiye ile Rusya’nın ilişkilerinin bugün iyi olması gözüken vadede sorun değilse de uluslararası ilişkilerdeki değişkenlik alternatifleri çoğaltmayı da gerektirmektedir.
Türkiye’nin son yıllarda depolama tesisleri bakımından yaptığı çalışmalar, dünyanın en büyük LNG üreticisi olan Katar ile olan iyi ilişkiler, Azerbaycan’ın önemli tedarikçilerden birisi olması, İran alternatifi, bu çeşitlendirme bakımından önemlidir. Ancak çok daha önemli olan milli kaynaklardan üretimdir. Bu anlamda gelişmelerin varlığı son derece önemlidir. Nitekim Trakya’da bulunan rezervler fevkalade sevindiricidir. Daha da önemli çalışmalar Doğu Akdeniz’de yapılmaktadır. Şimdilik uluslararası bir sorun gibi gözükmesine rağmen, buradaki keşfedilen rezervlerden Türkiye’nin vazgeçmesi gibi bir durum söz konusu değildir.
Diğer bir sorun da ekonominin stratejik de olsa az sayıda sektörde yoğunlaşmasıdır. Petrol gibi mesela... Herhangi bir şekilde alternatif bir kaynağın işlevselleştirilmesi bu ülkeleri bekaa sorunu da dâhil pek çok sorunla yüz yüze bırakabilecektir. Bu konu sadece doğal kaynak bakımından değil, endüstriyel altyapı bakımından da önemlidir. Rusya, geçmişte silah sanayiine çok fazla yatırım yapmıştı mesela... Pek çok sebep sıralanabilir elbette, ama Sovyetlerin dağılmasında en önemli nedenlerden birisidir bu politika… Şimdilerde eski Sovyet cumhuriyetlerinde bildiğiniz demir yığını bunların pek çoğu…
Bir de elbette konuya satıcı ülkeler tarafından bakmak gerekir. Mesela Venezüella çok önemli bir petrol ülkesi olduğu halde ağır ve hoyrat bir emperyalist baskı-yaptırım hatta askeri tehdit altında ve bu yüzden de ekonomisi kötü... Şimdi sormak isterim; böyle bir durumda bir miktar oynayan ekonomik dengeler nedeniyle bunu, üstelik siyasi nedenlerle, yani bilerek ve isteyerek kullanmanın düşmanla işbirliği yapmaktan, onun değirmenine su taşımaktan-ekmeğine yağ sürmekten ne farkı var. Bu da yerli ve milli olmanın ‘duruş’ ayağıdır.
Olaya bir başka açıdan da bakarsak tedarikçi ülkelerin ambargo uygulamaları, yani vanayı kapatmaları son derece güçtür. Zira bu ülkelerin ekonomileri önemli ölçüde bu sektörden gelecek kaynaklara bağlıdır. Mesela Türkiye Rusya’dan ithal ettiği doğalgaz için her yıl milyarlarca dolar ödemektedir. Böyle büyük bir kayıp tedarikçi ülke bakımından kolaylıkla göze alınamaz. Aynı durum körfez ülkeleri bakımından çok daha zor gözükmektedir. Zira bu ülkelerdeki bağımlılık çok daha yüksektir.
Elbette olağanüstü durumları da hesabetmek gerekir. Zira savaş gibi olağanüstü zamanlarda ambargo kararlarının alınması mümkündür. Nitekim Kıbrıs barış harekâtında Türkiye çeşitli ambargolarla yüz yüze kalmıştır. Yine 1973 petrol krizi tedarikçi ülkelerin ambargosu bağlamında gelişmiştir. Sözün özü; yerli ve milli olmayı siyasetten arındırarak çok yönlü ve bölgesel-global dengeleri de gözeterek değerlendirmek gerekmektedir.