Bazen yağmurlu, bazen yazdan bir hava, bazen soğuk derken bir mevsimin daha son ayına girdik. Sararıp solan renkleri ile bizleri büyülerken, yaprakların konfeti gibi yerlere saçılarak romantik duyguların hüznünü toprakla buluşturuyor bu hüzün mevsimi... Bu mevsimde kaç tabut çöktü omuzlara, acılarla yontulmuş yüzlerle, tükenen güneşin solgun çığlığı içinde esiyor rüzgâr.

 

 İlkbaharın ilk ayından beri boğuştuğumuz salgına, durmadan yeni felaketler ekleniyor. Çaresizlik kapılarımızı zorluyor, o kadar kötü olaylar yaşıyoruz ki;  umutlarımızı neredeyse yitirecek hale geldik. Ruhsal olarak yaşadığımız olumsuzluklar artık çok bunalttı. Toplum olarak gerçekten çok yorulduk. Hayatımızda artık iyi şeylerin, güzelliklerin olduğunu görmek istiyoruz. ’Bu da gelir, bu da geçer’’  sabrıyla, etrafımızda farkına varamadığımız güzellikleri anlayabilme, hayata tutunma gayretleri ile uzak kaldığımız sevdiklerimize sarılabilmenin dayanılmaz özlemini duyuyoruz biraz daha dişimizi sıkarak.

 

Bir taraftan salgın vakaları artarken diğer taraftan felaketler üst üste geliyor. ‘’Beterin beteri var ‘’ der gibi. Uzmanlar durmadan korkutan açıklamalar yapıyor, salgın devam edecek,  depremler sürecek, kaçış yok. Ormanlar yanıyor, doğayı kirlettik,  çevremizi mahvettik, seller, çığlar; göçükler, heyelanlar… Bu tür olaylar neden sürekli başımıza geliyor diyorsak;  bir Kızılderili öğretisi şöyle der ‘’Ders, sen öğrenene kadar devam eder.’’ Demek ki öğrenene kadar… Yaşananlardan ders alıp, önlemlerimizi alıncaya kadar felaketler üzerimizden gitmeyecek. Ve yurdum insanının felaketlerle imtihanından yeterince çalışmadığı için bütünlemeye kaldığını düşünüyorum. Ne depremlerden ders alıyoruz, ne salgından, ne çevremizi korumaktan…

 

Salgınla boğuşurken, yangın, sel, deprem gibi felaketlerde peşimizi bırakmıyor. Göz göre göre dere yatağına yapılan binalar, ‘’ Deprem öldürmez bina öldürür’’  diye bas bas bağıran yetkililere rağmen; fazla kazanç sağlamak için eksik malzeme ile çürük bina yapanlar, bu binalara ruhsat verenler, yer kazanmak için kafasına göre kolon kesenler, ormanları yakıp beton yığınına döndürenler en büyük vebali taşıyorlar. 9 şiddetindeki depremlerde bile binalar yıkılmazken bizde 6 .6 şiddetindeki depremde ahlak, vicdan, sorumlulukla birlikte yerle bir oluyor binalar.

 

Sonra da cansız bedenlerin çıkarıldığı enkazların arasından, ufalanan moloz taş, beton yığınları içinden, açmaya çalışan hayat çiçeklerinin mucizelerini;  hayata tutunmaya çalışan minik yavruların, bir parmağa sımsıkı sarılışlarını gözyaşları ile izliyoruz buruk sevinçler yaşayarak. Hiçbir şeyden habersiz masum insanların, göçük altında kalanların;  sağ çıkmasının bize verdiği umut…  Annesiz kalanları, eşini, çocuğunu yitirenleri, sevdiklerinden vedasız ayrılanların acılarını bastırarak yasımızı içimizde tutuyoruz. Kahraman kurtarma ekiplerinin çalışmalarını izleyen halkın kalabalık oluşturarak sıkıntı yaratması, çalışmaları zorlaştırması da ayrı bir konu. Sağlık çalışanlarını alkışladığımız gibi onları da alkışlıyoruz minnetle.

 

O kadar karmaşık bir duygular içindeyiz ki; ne yapacağımızı nasıl davranacağımızı bilmiyoruz?  Afetler ve salgınla aynı anda karşı karşıya geldik. Deprem bölgesindekiler dışarı çıkmayı zorunlu olarak hissederken diğer tarafta ‘’Evde kal’’ çağrısı arasında bocalayan insanlar…

 

Hâlbuki herkes kurallara uysa; maskesini taksa mesafesini korusa, temizliğine dikkat etse, yakalanmışsa toplum içine karışmadan tedavisini olsa diyoruz ama artık insanlar bıktı,  sonunu göremediği sürecin devam etmesine. Göz önündeki insanların virüse yakalanmasına, başkalarının hayatını hiçe sayarak ortalıklarda dolaşmasına ne demeli?  Üstelim bir eğitimcinin. Alıştık mı? Vurdumduymazlık mı? Adını koyamıyorum. Sanki ilk korona virüsün çıktığı ilk zamanlardaki panik havası kayboldu. Buna rağmen salgın çemberi gittikçe daralıyor,  kayıplarımız içimizi yakmaya devam ediyor.

 

Felaket günlerinde tek yürek olduğumuz doğrudur. Aramızda bu günleri fırsata çevirmek isteyen vicdansızlarda var ne yazık ki. İnsanlıkla ve inançla bağdaşmayan hareketler sergileyen bazı kişilerin fırsatçılığı hemen her felakette ortaya çıkıyor. Deprem oluyor, gönderilen yardımlar ihtiyacı olmayanlarca adeta yağmalanıyor, kiralar artıyor, salgında buna keza gıdadan tutunda kolonyasına kadar yüksek fiyatla satılmaya kalkılıyor. Yoksulluğu yenmedikçe,  ahlaki değerleri öğretmedikçe, hırsızlığı,  soygunu, üçkâğıtçılığı bitirmedikçe felaketler her zaman kapımızda, ölüm yanı başımızda olacaktır.

 

Biliyorum kısa bir süre sonra her şeyi unutup bir daha ki depremlere kadar, yangına, sele kadar yine ders almadan yaşayıp gideceğiz, ateş düştüğü yeri yakacak… Belki bir gün içine bizi de alarak, sevdiklerimizden kopararak…  Elimizden bir şey gelmiyormuş gibi yanıp kavrulacağız. . Bir mucize gerçekleşsin istiyorum. İnsanlar aklıselim, sorumluluk sahibi, ahlaklı ve duyarlı oluversin bir gecede.  Umudumu kaybetmeden umuyorum. Yine de umut en büyük hazinemiz.

 

Unutmayalım!.. Virüse karşı etkin mücadeleler devam ediyor, tedbiri elden bırakmayalım. Salgını yenecek yine bizleriz. Bu imtihanları kazanmamız gerek…Maske, mesafe ve temizlik ile.