Geçmişte ipek yolu olarak bilinen ve Çin'den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa'ya kadar uzanan en eski ticaret yolunun önemli ölçüde Osmanlı hakimiyetinde olması ona uzun süre global çapta üstünlük vermiştir. Özellikle de ‘Yeni Dünya’nın, yani Amerika’nın keşfi ile birlikte Osmanlı bu üstünlüğünü bir süre daha devam etmişse de, değişen ticaret rotasını takipte gecikmiş olması nedeniyle bu üstünlüğünü zaman içerisinde kaybetmiştir.

Ticaret yollarının değişmesi, güç dengesinde de kaymalara neden olmuştur. 1700’lü yıllardan itibaren bir yandan denizlerde buhar gücünün kullanılmaya başlanması, bir yandan da hakimiyetin derebeylerin elinden alınması bu değişimi perçinlemiştir. Nitekim özellikle buhar gücünün deniz araçlarında kullanılmaya başlanması (1698) de ticaret yollarının önemli ölçüde deniz yoluna kayması anlamına geliyordu. Sürece öncülük eden İngilizlerin hakimiyeti de bu dönemde başladı. İpek yolu ticareti de yerini denizyolu ticaretine bırakmıştır. Ayrıca çok stratejik bir su yolu olan Süveyş kanalı açılmış (1869) 1956’ya kadar da İngiliz kontrolünde kalmıştır.

Denizlere hâkim olanlar dünyaya da hâkim olmakta olup, bu güç İkinci Dünya Savaşından sonra Amerika’nın kontrolüne geçmiştir. Nitekim Amerika esasen bir deniz ülkesi olup, ticari gücünü de askeri gücünü de buradan almaktadır. ‘Amerika deniz piyadeleri’ tanımlamasına kulağınız aşinadır diye düşünüyorum. Hali hazırda dünya ticaretinin % 85 kadarlık kısmı (2018 % 84, 2019 % 86) deniz yoluyla yapıldığı bilgisi konuyu anlamaya yardımcı olacaktır.

Global çapta büyük bir hakimiyet mücadelesi sürüp gitmektedir. Çin burada birinci sıradadır ama Avrupa da Avrupa Birliği vasıtasıyla güçlü bir oyuncu olmak istemektedir. Ancak İkinci Dünya Savaşında kendilerini kurtaran ve soğuk savaş müddetince de Sovyetlere karşı kalkan olan Amerika karşısında henüz güçlü bir varlık gösterememektedir. Rusya ise Sovyetler vasıtasıyla kurduğu dengeyi otuz yıl önce kaybetmiştir. Sovyetlerin de önünden çekilmesiyle Amerika tam ‘dünya bana kaldı’ hesabı yaparken; Çin’in önlenemez yükselişiyle karşı karşıya kalmıştır. Zira 1978’de strateji değişikliğine gidip, klasik Maoculuğu yeniden yorumlayan Çin inanılmaz bir gelişim göstermiş, hem ekonomik hem de askerî olarak Amerika’yı dengeleme noktasına gelmiştir. Sovyet tehdidinden kurtulan Avrupa ise Amerika’nın gölgesinden rahatsızdır. İran ABD için bir baş ağrısıdır. Kameralar önünde fotoğraf ve beyanat verseler de Amerika’nın İsrail’i taşıyamadığı ilişkiler kimi zaman yüzeye çıkabilmektedir. Durumu kabullenmekte güçlük çekse de Amerika’nın Türkiye ile de başı derttedir. Zira geçmişte olduğu gibi NATO şemsiyesi kamuflajıyla Amerika’nın bölgesel bir ön karakolu değildir Türkiye… 15 Temmuz bardağı taşırmıştır.

Çin adeta her yerde Amerika’nın karşısında çıkmaktadır. Artık toparlanan Ruslar da... Bir başka deyişle Amerikalılar için at oynatacak sınırlar daralma belirtisi göstermektedir. Elbette ABD bitmiş değildir. Dünyada sahip olduğu sekizyüzün üzerindeki üs vasıtasıyla birinci sıradaki güç olma özelliğini devam ettirmektedir. Ayrıca Amerika reel rakamlarla halen en büyük ekonomik güçtür. Bu gücünü de etkin biçimde kullanmaktadır. Geçmişte Afganistan’da direnişçilere verdiği destekler vasıtasıyla Sovyetleri çekilmeye zorlaması, Irak’ın kuzeyinde defacto oluşturduğu Kuzey Irak yönetimi, günümüzde Suriye’deki varlığı, Venezüella’yı adeta kilitlemiş olması gibi adımları bu etkinliğe örnektir. Bütün bunları sıcak bölgelerde sahip olduğu üsler ve devasa ekonomik gücünü kullanarak hayata geçirebilmektedir.

Amerika’nın politikalarını hayata geçirmesi ve sürdürülmesi için bölgesel aktörlere ihtiyacı var. Zira karşısında kendisini dengeleme noktasına gelmiş Çin vardır. Elbette doğrudan bir savaşın hangi felaketlere yol açacağını taraflar bilmektedir. Bu yüzden İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra global güçler doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınmaktadır. İşte tam burada Çin bakımından kullanacağı elverişli araçlar Doğu Türkistan için Rabia Kadir ya da Tibet bakımından Dalay Lama, hatta Çin’le sorunlu olması nedeniyle resmi olarak tanımadığı Tayvan ve uzun yıllar İngiliz egemenliğine kalmış ve 1997’de Çine devredilmiş olan Hong Kong kullanışlı aracılar olarak devreye girmektedir. Bu bağlamda Rabia Kadir’in Amerika ile ilişkisini bilmeyen yok. Kendisi Amerika’da yaşamaktadır zaten…

Demem odur ki; bugün Doğu Türkistan’ın Amerika tarafından desteklenmesi, Doğu Türkistanlılara değil Amerikalıların çıkarlarına hizmet etmektedir. Yarın öbür gün Çin olayları bastırdığında ya da ABD ile anlaştığında Amerika ortalıklarda falan gözükmez. Örnek istiyorsanız Tianenman olaylarını inceleyebilirsiniz. Milyonlarcası çıkmıştı sokağa... Çin tankları sürünce üzerlerine isimleri bile hatırlanmaz oldu. Tayvan’ı da 1970’li yıllarda Çin’in temsilcisi olarak tanımaktan vazgeçti. Zira Çin Halk Cumhuriyeti ile anlaştı.

Geçmişte Arap kabilelerini destekleyen İngilizlerin amacı her nasıl bu halkların özgürlüğü değil Osmanlıyı bertaraf edip bölge kaynaklarına çökmekti idiyse, ki öyle de oldu, bugün Doğu Türkistan için nihai amaç da çok farklı değildir. Ya ortada bırakacak, ya da görünüşteki bağımsızlık esasen ABD çıkarlarına hizmet edecek… Yani bir şey elde edildiği düşünüldüğünde bile sonuç böyle… Çünkü emperyal güçler sizi hiçbir zaman desteklemez, sadece kendilerini destekler. (devamı haftaya)