İslam toplumundaki düşüş de işte tam buradan başladı... Güç ve motivasyon kaynağı ‘değerler’ teker teker ve sabırla itibarsızlaştırıldı. Nihayetinde geri çekilmeye zorladılar; hem coğrafi hem de fikri olarak..
İslam kendisini anlayamamış olanların etkili olduğu üçyüz yılı aşkın bir süreç yaşadı. Belki bu süre tüm İslam tarihindeki en uzun fetrettir. Ama her zorluktan sonra bir kolaylığın olması sünnetullahın bir gereği değil mi… Dip noktasını şükür geçtik artık ama, çok ağır bedeller yaşandı, çok ağır faturalar ödendi. Ekonomilerde kriz dönemleri sonrası krizden çıkışı temsil etmek üzere bir benzetme vardır; ‘U’ ya da ‘V’ diye... Kriz dip yaptı çıkış başladı anlamında… Oralardayız Efendim...
Toplumlar kendilerini ayakta tutan medeniyetlerin kodlarını çözmekte zaafiyet gösterip geriye düştüğünde, geçmişte rafa kaldırılmış her ne hesap ya da bir gün açılmak üzere dondurucuya konmuş hangi problem varsa önünüze getirilir. Düşünsenize İslam toplumu zaafiyet geçirdiğinde ikibin küsur senedir bekletilen sorunlar bile kondu önüne ve işte o meş’um devleti hortlatabildiler.
Bir anda olmamıştır elbette bütün bunlar… Periferisi de vardır, ‘background’u da, hinterlandı da… Hatta sivil toplumu, think-tank kuruluşu, mali yardım kanalları da… Sizce hangi sebebe binaen ülkenizdeki kimi çevreleri destekler; sözgelimi Konrad Adenauer vakfı, Soros vakfı... Ya da neden vardır; Amerikan Fulbright bursları, Avrupa Birliği Jean Monnet bursları... Bu imkanlardan yararlananlar arasında Batı’nın evrensel diye pazarladığı kendi değerlerini savunmayan, karşı olan ya da onlarla mücadele eden birisi söz konusu mudur. Onlar adına iş yapmamış hiç kimseye ne Pulitzer ödülü ne Kan film ödülü ne Nobel ödülü ve ne de barış ödülü verirler.
Kimileri, geçmiş yüzyıllardaki mücadelelerin sonuç verdiğini ve dine dayalı medeniyetlerin sosyal hayata dair iddialarından vazgeçmek zorunda kaldığını düşünüyor. Batıda kabaca 16. yüzyılda başlayan mücadelelerini Fransız devrimiyle taçlandırmış dolayısıyla (kendi tanımladıkları) 'tanrıyı' hayatlarından kovmuşlardı. Böylece de özgür ve müreffeh, aydınlık bir toplum tesis etmişlerdi; öyle değil mi... (!)
Doğal olarak etkisi bizlere, daha doğrusu beyinlerimize de sirayet etti. Yoksa ortalık bu kadar müstemlekeci ve bu kadar ‘besleme’ ile dolu olur, konu yerel medeniyet olunca vücut kimyası bozulup ağız dolusu küfretmeyi misyon edinir miydi bu kadar güruh... Öyle ya; sizi ‘besleyen’ bir sahibiniz varsa onun adına da kılıç sallayacaksınız doğal olarak... Sorun onlarda değil bizlerde bir başka deyişle... Zira iyiler de en az kötüler kadar cesur olmalı değil mi... Ama öyle mi acaba...
Hesaplara göre Batıda yaşanan süreç hayata dokunan diğer metafizik felsefelere de gelecek, onlar da ya kabul edip varlıklarını Hristiyanlık gibi kolu-kanadı budanmış bir şekilde devam ettirecek ya da yok edileceklerdi. Bu iddialarında hissedilen bir başarı da elde ettiler doğrusu... Yoksa dünya böyle tekdüze bir hal alır mıydı... Siz bakmayın öyle düşünce ve konuşma özgürlüğü palavralarına... Bütün bunlar çerçevesini kendilerinin çizdiği sınırlar içerisinde, daha doğrusu kendi toplumlarında ve onlar adına iş yapanlara serbest... Evrenselleştirdikleri ve bugün biraz mürekkep yalamış olanların ‘insanlığın ortak değerleri’ dediği sözgelimi demokrasi gibi kurumların tartışılmasını aklınızdan bile geçiremezsiniz mesela...
İslam toplumundaki düşüş de işte tam buradan başladı... Güç ve motivasyon kaynağı ‘değerler’ teker teker ve sabırla itibarsızlaştırıldı. Nihayetinde geri çekilmeye zorladılar; hem coğrafi hem de fikri olarak... Osmanlı coğrafyasında idam sehpasına çıkarılan din, idam edilemediyse de tomurcukları koparılarak, bir nesil sonra kendiliğinden yok olacağı hesabedildi. Biz ‘monark’a işte tam da bu yüzden karşıyız; medeniyet filizlerimizi kopardığı için...
Bilgi bilinç düzeyine çıkarsa kıymetlidir. Çıkar değil, değer merkezli insana ihtiyacımız var. Aksi halde bilgi zannettiğimiz şey, bildiğiniz ezberdir. Günümüz muteber insan tipi bu anlamda ‘aydın’ olarak bilinmekte ama sahip olunan yığınla bilgi ‘bilinç’ düzeyine yükseltilemediğinde zihinsel olarak bir kölelikten farkı kalmamaktadır.
Bakın; Cahit Zarifoğlu ne demiş bakınız bunlarla ilgili olarak; ''Türk aydınları Batı'nın planlarını kendi fikirleri zanneden ahmaklardır.'' Oysa bütün yaşam felsefesinde olduğu gibi bu konudaki iddiaları da ‘oryantal’dir. Yani Batılı Efendilerinin kendi ruhuna zerketmeyi başardığı anlayışın adıdır ‘aydın’ olmak...
İslam dünyasında kaybedilen ve halen kazanılamayan şey ise tam da budur. Yiğit düştüğü yerden kalkarmış ya; şahlanış (take off) da buradan başlayacak. Bu kod çözüldüğünde arkası da kendiliğinden gelecektir. Vesselam...