Arapmescit’de otururdu büyük dayım,
Gelip giderken ezberledim, sokağını adım adım.
Kalenin dibinde, çıkmaz sokağın çıkmazında;
Çarşı Pazar, bir anda ayağının altında…
Ortada komşu duvarlarla çevrili bir avlu,
Odaları iç içe geçmiş, zaman üç boyutlu…
Yaslamış sırtını kaleye, sanki açılan son kapı,
Tarihi değil bina, işte öylesine bir eski yapı.
Sokak kapısı, açılınca gelirim göz göze, kale ile
Kızlar kulesi, surları ile buyur eder içeriye,
Hoş bulurum; bıraksalar, saatlerce bakar dururum.
Yıllara hükmedercesine dimdik duruşuna hayran olurum.
İrili ufaklı serpilmiş serpme kayalar avluda,
Büyük kayanın yükü, küçüğünün omzunda.
Her an düşecekmiş gibi benim yüreğim ağzımda,
Kim bilir ne zamandır duruyor, korkusuzca orada?
Evlerden etekleri kalenin; rengârenk fırfırlı, ev ekmeği kokulu,
Avlularında koca kayalar, içinde oyuk mağaralar taş dokulu.
Gözlerim kayar, dümdüz aşağıya inen kaya kütlesine,
Bir türlü anlam veremem, sinesindeki yatırlı ine…
‘’İnlerde yatırlar var’’ diye çocukları korkuturlar,
Korkunun geçmesini sağlayan o kutsi dualar...
Kalenin dibinde, hayallerin en güzeli… Hazine var!
Kim bilir kimden kaldı? Kimler nasıl yaşadılar?
İnden girip içeri, hazineyi bulmak, zengin olmak,
Kalenin dehlizlerinden gidip zirveye varmak.
Bu hayallerle geçer; çocukluk, gençlik çağları,
Bir türlü aşıp geçemezdik, o sert kütle duvarı.
Çoktan başkaları oldu çıkmaz sokaktaki evin sahibi,
Hep anılarımda yaşar, özletir kendini o kaya dibi.
Aklıma esti de geçen yıl, çalayım dedim kapısını,
Yollar aynı, taşlar aynı, bir ben kalmışım çok yabancı…
Mürşide OKLU AYHAN