İki kutuplu dünyada öyle bir düzen kurulmuş ki; aradan geçen onca yıla rağmen, birçok ülke hala neredeyse yarı bağımsız... Bu durum bizim gibi kimi ülkeler bakımından kısmen değiştiyse de dünyadaki etkin varlığını halen devam ettiriyor. Kendi aralarında da kimi zaman dolaylı savaşa varacak sorunlar yok değil… Ancak konu kritik noktaya geldiğinde bir şekilde anlaşabiliyorlar. Sözgelimi nükleer silah gibi beş patrona tehdit oluşturabilecek bir güce sahip olmanıza hiçbirisi razı olmaz. Sözde bağımsızsınız ama, her nasılsa birkaç ülke bir araya gelip sizin bu güce ulaşmanızı yasaklayabiliyor. İmzalamadığınızda sizi sürekli tehdit ediyor, imzaladığınızda da ülkenize gelip sizi denetliyor.
Konvansiyonel silahlarda da kendisine bağımlı olmanızı istiyor. Bugün pek çok devlet güvenliklerini hala bu ülkelerden aldığı silahlarla sağlıyor. Birçok Arap ülkesi bu kapsamda mesela… İki kutuplu dünya varken Türkiye’nin de seçeneği yoktu maalesef… Neredeyse bütün silahları Amerika’dan almak zorundaydık. Bu silahlar bile şartlı ve sayılı veriliyordu. Kıbrıs çıkarmasını hatırlasanıza... Bizim verdiğimiz silahları kullanamazsınız tehdidi gelmişti malum... Türkiye’nin yerli ve milli sistemleri geliştirme düşüncesi de o döneme rastlar. ASELSAN, HAVELSAN, TAİ, TEİ, Savunma Sanayii Müsteşarlığı gibi kurumlarla bu düşüncenin ürünü... Özal döneminde daha çok lisansla yapılan üretim (montaj) modeli ile üretim bantları Türkiye’ye taşınmış oldu. 1990’lı yıllar her açıdan kayıp yıllar zaten… 2002’den sonra yeni bir konseptle hız verilen yerli ve milli anlayış özel sektöre de açıldı ve inanılmaz bir büyüme yaşandı. Bütün bunlar 2010’dan sonra ete kemiğe büründü ve bugünlerde de uçuşa geçti şükür.
Devlet olmanın vazgeçilmezi bağımsız olmaktır. Bağımsız olmak fiili egemen olmayı gerektirir. Nitekim Afganistan’da Taliban fiili gücü kontrol altına aldı ve ülkesindeki bütün yabancı güçlerin çıkmasını istedi. Türkiye de büyük bir savaş verdi elbette… Bugünlerde de (30 Ağustos Zafer Bayramı gibi) bu zaferlerin yıl dönümü kutlanıyor. Kurtuluş savaşı ile Yunan ordusu bir şekilde elde kalan vatan topraklarından atıldı. Bu elbette haklı bir övünç vesilesidir. 12 sene askerlik yapmış, İzmir’in kurtuluşuna da katılmış (kendi anlatımı) bir dedenin torunu olmak da konunun benim açımdan kişisel yanı… Ama asıl düşman Yunan değildi ki; başta İngilizler olmak üzere müttefiklerdi ve Lozan'ı esasen onlarla imzaladık.
Lozan elbette Sevr değil, ama pek çok karanlık yanı olan bir anlaşma… Hala da aydınlatılmış değil... Daha doğrusu geniş halk kitleleri bilmiyor. Devlet biliyor elbette… 2023 işte bu bakımdan yüksek sesle dillendiriliyor ve milli çevreler bu yüzden bir araya geldi. Ve yine üzerimize salınan içerideki ve dışarıdaki terör örgütleri ve işbirlikçilerin hırçınlıkları bu yüzden daha bir ölümüne… Bütün samimiyetim ve inancım doğrultusunda iddia ediyorum ki; bu memleket yeni yeni tam bağımsızlığını kazanıyor. Emperyalistlerin, küresel sermayenin ve onların ülkedeki beslemeleri bu yüzden panik halinde... Mevzunun bir görünen tarafı var bir de görünmeyen tarafı… Söz gelimi Montrö görünen tarafı… Yani buzdağının yüzeydeki kısmı… Asıl mücadele görünmeyen tarafta… Demek istediğim o ki; Türkiye yüzyılın başında altına imza attığı anlaşmaları çöpe atmanın mücadelesini veriyor. Buna bilerek ya da bilmeyerek karşı çıkmak ihanet değilse gaflettir.
Milli savaş sanayiinde atılan adımlar da bu emperyalistleri kudurtuyor. İşte 29 Ağustos itibariyle Akıncı da envantere girdi. Bir zamanlar ihale verilmeyen, yöneticileri hapisle tehdit edilen; ‘evladım bırakın bu işleri, batı almış başını gidiyor, bizim onlara yetişmemiz mümkün değil’ diye bir taraftan da ikna edilmeye çalışılmasına rağmen başarıldı bütün bunlar… İşte bugün şahit olduğumuz sessiz devrimler, söz konusu tam bağımsızlığımızın inşası ve bekaası için yapılıyor. Gerçek kurtuluş savaşını veriyoruz bir başka deyişle... Ve her birimiz, kendi gücü, yeteneği nisbetinde bu savaşın gönüllü neferleri olmalı... Bu yüzden her birimizin kendi alanında seferberlik ilan etmesi gerekir. Anlayana Birinci Dünya Savaşı başındaki 'cihad ilanı' gibi bir şey bu aslında... Sürekli demokrasi, barış, müzakere, diyalog, diplomasi, açık kapı politikası, karşılıklı yatırımlar ve ticaret diyenler... Bunların gerçek dünyada bir karşılığı yok... 'Eğer gücünüz yoksa diplomasi bir gevezeliktir' (K. İnan). Güçlü olmak da maliyete katlanmayı gerektirir. Ben Birleşmiş Beşler dedim siz Birleşmiş Leşler ya da Birleşmiş Leş kargaları da diyebilirsiniz.