II. Abdülhamid en büyük gücünü 'hafiye' teşkilatından alıyordu. O kadar entrikayı 33 sene savuşturmasının en önemli zahiri nedenleri arasındaydı bu teşkilat... Ama biliyor musunuz; en güvendiği ve sırrını paylaştığı kişi Yahudi kökenli bir İngiliz ajanı idi (Arminius Vambery). Ne kadar ilginç değil mi… Bir kitapta okumuştum; "90'lı yıllarda Türkiye'de Mossad ajanları cirit atıyordu..." diye… Düşündüm bir an; acaba o dönemde terörün zirve yapması ve onbirlerle ifade edilen faili meçhullerin nedeni bu muydu acaba diye... İzlediğim bir filmdeki "aksansız konuşmak ajanlara mahsustur” cümlesini de not etmişim bu bağlamda...

 

Benim üzerinde duracağım ajanlık bu türden değil… Günümüzde klasik ajanlık rafa kalkmış değil şüphesiz… Şimdilerde 'tokluk sendromu' (tabir alıntıdır) yaşayanların tamamı muhalif neredeyse... Muhaliflikten kastım politik anlamda iktidar karşıtı olmak da değil... Siyasî muhalefet önemli çünkü... Sorun olan siyasi ihanet, değilse bile gaflet... Bir başka deyişle bu ülke insanına ait olmayan değerlerin öyle ya da böyle sözcülüğünü yapmak...

 

Konu aslında bir şekilde ‘ikna edilmişlikle de ilgili… "Yola ikna edilmişlerle değil, inanmışlarla çıkılır." der  İ. Özel... İkna edilenlerin en büyük parçası da resmi tabudan beslenenler... Üstelik bunlar için 'devletin içine sızmış' demek bile yeterli gelmez. Her türlü kötülüğün timsali ve kripto denince akla ilk gelen FETÖ'nün deşifresi, sıradan insanın durumu görebilmesi bakımından fevkalade önemli olmuştur elbette... Bu anlamda 15 Temmuzu bir milat bile kabul edebiliriz. Ama şimdilerde sıradan insanın göremeyeceği türden öylesine profesyonel ve kamuflajlı ajanlar var ki; (bu tanımlamadan kimilerinin kastettiği gibi, cemaat yapılanmalarını kastetmediğimi ifade etmek isterim) bugün devleti yönetme iddiasında olanlar bile bildikleri halde bunları deşifre edemiyor. FETÖ’nün bir terör yapılanması olduğunu 15 Temmuzdan önce kimseciklere inandıramazdınız değil mi… Geniş kamuoyu 15 Temmuzda silahlar çıkarılınca ikna oldu.

 

Uğur Mumcu’yu kimin öldürdüğünü ve 90’lı yıllardaki bir dizi siyasi cinayetleri kimin işlediğini devlet gerçekten bilmiyor mu sizce… ‘O zamanlar kontrgerilla vardı’ diyebilirsiniz pek tabii… Doğrudan NATO’ya bağlı… Başbakanların dahi bilgisi dışında… Bizim kastımız bunun da bir tık ilerisi… İlmi siyaset diye bir şey vardır; hangi sözün ne zaman söyleneceği, hangi adımın ne zaman atılacağı ile ilgili… Devlet aklı bu adımın ne zaman atılacağına karar verdiğinde, Ayasofya’nın açılışında olduğu gibi, kimseciklerin söyleyebileceği bir sözü de kalmayacak… Zira; bunların kim olduğu devlet aklını temsil edenler tarafından biliniyor ve karşı argümanları da hayata geçirebilme gücü var. Üstelik zihin kontrolü vasıtasıyla ele geçirilmiş güruhun karşısında fevkalade bilinçli ve ne yapacağından emin bir kamuoyu da mevcut... Millet-devlet-ordu bütünleşmesi sağlanmış, gücü yüz yıldır olmadığı kadar zirvede, sadece çapulcuya değil, küresel güçlere de pabuç bırakmayan-bırakmayacak olan bir kenetlenmişlik var şükürler olsun... Yedi düvelin ve içerideki komprador burjuvazinin üzerimize gelmesi de bu yüzden…

 

İbn Haldun sosyolojisinin temel kavramı olan “asabiye”yi toplumsal kenetlenmişliğin psikolojik motoru olarak tanımlar. Asabiye, dayanışma ruhudur. Mesela modern zamanlarda Japonya gibi bir ülkeyi adeta kanatlandıran şey, şu veya bu gizemli yönetim tekniği değil, güçlü Japon asabiyesidir (alıntı). Asabiye bizim toplumumuzda bir miktar etnisite ile de ilişkilendirilir. Oysa asabiye ortak kader birliğini temsil eder. Bu anlamda coğrafyanın kader olduğu tesbitiyle de uyuşur. Zira temelinde sosyolojik bir kavram olan asabiye; bu bağlamda bütün toplumsal ilişkileri mercek altına almayı gerektirir.

 

Yerel ve global sosyolojiyi, elbette siyasal dengeleri gözardı ederek atılan adımlar kısa vadede olmasa da orta ve uzun vadede başarısız olmaya mahkumdur. Nitekim bunun örnekleri de yok değildir. Sovyetler Birliği kolayca işgal ettiği Afganistan’da bu yüzden başarısız olmuştur. Irak’ı işgal eden ABD bu yüzden başarılı olamamıştır. Tabandan gelmesine rağmen zamanla tek tipleşen ve tek tipleştiren İran devrimi de bocalamaktadır. Kuruluş felsefesi itibariyle Türkiye'de yaşanan toplumsal ve siyasal sorunların kaynağı da benzer nedenlere dayanır. Ajanlık misyonla ilgili bir konudur. Misyon farkında olmayı gerektirse de; şu kadar zamandır yüklenen yazılım feraseti perdelemektedir maalesef... Sevindirici olan şey emme-basma tulumbaya koyulan suyun tabandaki kaynağı harekete geçirmiş olmasıdır.