ZAMAN ÇALIYOR ESKİYEN MUSİKİSİNİ

 

Bugünlerde Hıdırlık ’da bir başkadır havalar,

Pembe çiçeklere bürünmüş, badem veren ağaçlar.

 

Üstümde ağır bir yük, ayağımda gurbet prangası,

Bırakmıyor peşimi, üşüşüyor başıma yılların anısı.

 

Zaman çalıyor, başa sarıp sarıp eskiyen musikisini,

Teli kırık anıların sazıyla, söyletiyor durmadan özlemini,

 

 Geçmişe bakan pencerem, bir sıla türküsünde, yanık yanık,

Geçiyor gözlerimin önünden anılar, boz bulanık.

 

Yokuşa yokuşa sürdürülse de hayatlar,

 En karanlık geceleri güneş;  ışığında yıkar.

 

Ömürler dokunur ince ince hayat tezgâhlarında,

Keçeleşmiş duygularımın, ipeksi dokunuşunda.

 ‘

Harcanmış zamanın, buruk vedalaşmaları,

Görünmez duvarlar mı kapatıyor zamanları?

 

Şafağında söküyor gurbet, alaca belece,

Özlem susmak bilmiyor,  sızlıyor merhametsizce,

 

İçimde gizli ses; ‘’ sakın telaşa gömülme!’’

Vesvese Dedenin Türbesi var, üzülme!

 

Birden habersizce çıkar yoluna,

 Demir Yalayan’ın ersem sabrına...

 

Herkesten ayrı kalmış türbesine takıldı gönlüm,

Yer mi bulamadın?  Sordum, ‘’yok ‘’dedi ‘’şehre küstüm…’’

 

Yüreğimin bir kıyısında hüznü Sarıkız’ın;

Beliriverir kayboluşu kayalar arasında ansızın.  

 

Yarenlerin sırrı, dünyaya mı, kalplere mi?

İzleriniz nerede? Şimdikiler samimi mi?  

 

İmaretin avlusunda camisi, hamamı,

 Mermerlerin gizeminde saklar imanı,

 

Bedestenin yanından Taşhan’a çıkar yol,

Onlarda tarihin derinliklerinden birer sembol,

 

Bir Sevda Kayası var, Kalenin arkasında,

Adı sıkça geçer yazdığım romanımda,

 

Hükümet konağı gibiydin, yıkılan, bari sen dayan,

Zafer Müzesi de olmasa; bomboş, geniş alan…

 

 

Yüreğime sığdırmışım koca Kale’yi,

Vatan aşkıyla yanan Kocatepe’yi,

 

Senden öğrendim acıların üstesinden gelmeyi,

Sen evliyaların, erenlerin manevi şehri...

 

Ey! Kale’min dizdarı, aç artık hasret kapılarını geç olmadan,

Geleceğim, çağır beni İlkbahar bitmeden, çiçekleri solmadan…

Mürşide OKLU AYHAN