Amerika’daki ünlü kongre baskınından sonra bir konuşmacı aynen şöyle dedi: “Artık Amerika’da da hoşnutsuz gruplar var; bir memlekette gelir seviyesi on bin doların altında ise orada demokrasi- memokrasi yoktur.” Demek ki demokrasi fiyat biçilen, narh konulan, ‘eder’i olan bir kavramdır. Demokratların tamamı istisnasız gelir/refah seviyesi, ilerleme inancı, her türden harcama kalemleri üzerinden ya savunma ya da itiraz ederler. Demek ki demokrasiyi insanlar, “mikroplar, vitaminler, sosyal güvence” teslisi üzerine bina etmişler. Sadece refah seviyesi esas alındığı için buna tencere-tava edebiyatı da derler. Bu nedenle demokrasilerde “kimlik siyaseti” yapılamaz; yapılırsa 20 çeşit kimlik var; 19’u dışlanmış olur. Bunu kimse göze alamaz. Çünkü demokrasi bir maliyet meselesidir.
Demokrasi en kısa tınımı ile üst bir ideolojidir; bütün ideolojilerin çatı adı demokrasidir. Din, ahlak, hukuk, ilim konularını, insanın bizzat kendisinin tayin etmesine ‘ideoloji’ denir. İslam’ın dışında inşa edilen her yaşama biçimi, her dünya görüşü kesinlikle ideolojidir yahut da adını siz koyun; fark etmez. İdeolojilerin kendine has adları vardır; iktidara geldiklerinde “resmi ideoloji” olurlar. Deleuze, “ideoloji yoktur, iktidarın örgütlenişi vardır” derken kesinlikle ideolojileri yok saymıyor; hepsinin iktidara odaklı olduğuna dikkat çekiyor.
Tüm zamanlar boyu Allah, beşikten mezara kadar nasıl yaşanacağını izah eden kitaplar, Peygamberler göndermiş; her canlının hak ve hukukunu, yaşama biçimini tayin etmiş… Bazı insanlar da toplanmış; “biz yaşama biçimimizi kendimiz tayin edeceğiz” demişler ve tarihe damgasını vuran demokrasiyi inşa etmişler. Demokrasi budur işte! Demokrasilerin ortak ideologu tüm insanlıktır. Demokrasiler/ideolojiler “iktidar, güç, sahip olma”üzerinden, İslam ise itikat ve amel üzerinden tavır alır. Bir ideolojiyi ele alıp, “İslam bundan iyidir” demek çok büyük günahtır. Hiçbir ideoloji, İslam ile kıyaslanamaz, yarıştırılamaz; çünkü bütün ideolojiler Allah nezdinde yok hükmündedir.
En zıt görüşlü kişilerin bile tamamı demokrasiye sahip çıkıyor ama birbirlerini kıyasıya demokrat olmamakla suçluyorlar. Neden? Çünkü herkes demokrasiyi kafasına götürüyor ve kendi arzusuna göre içini dolduruyor. Başka türlü yapılamaz; bütün beşeri kavramlar böyledir. Churchill’e “demokrasi nedir” diyorlar. “Bir seçim günü herhangi bir seçmenle beş dakika konuşursanız anlarsınız” diyor. “Ehline sorun” demiyor. Çünkü kişi adedince demokrasi var.
Demokrasiyi ithal eden ülkeler canları yanınca batıya “sizin demokrasiden, insan haklarından anladığınız bu mu” diyorlar? Bu tür soruları soranlar, batının kavramları ile batıya itiraz edilemeyeceğini, tereciye tere satılamayacağını bilmiyorlar. Çünkü hangi kavramın hangi dinden doğduğu kesin bellidir. Kavramlar, kesin din içerir; batının kavramını batıya mı öğreteceksin!
Esas zalim, kişinin içindedir. (Bkz. Yunus, 44) İnsanlar kendi içindeki diktatöre gülerek, dışındakine ağlayarak itaat ederler. “Klişelerin Diktatörlüğü” adlı kitabın kapağında, demokrasi, sanat, çağdaş, moda, kalkınma, eşitlik, feminizm, özgürlük gibi günümüz demokratik ortamının bütün kavramları var. Kavramlarla düşündüğümüze göre kitap daha kapağında bu kavramları diktatörlük olarak tanımlıyor. İki asırdan bu yana bedeni değil, fikri köleliğin var olduğu kabul edilir. Demokrasiyi çok ağır eleştirilerle yok sayan o kadar çok fikir var ki bunları yazmaya gerek yok. Çünkü İslam’da sorgulama itikat ve amel üzerinden yapılır; sistem üzerinden değil. Her çağda insanın tek güç kaynağı doğru düşünmektir. Ama doğru düşünmek “klişelerin diktatörlüğü” ile olmaz ki!