Cehaletin Kör Karanlığını Aydınlatırken; şehit olan, Sönen, Söndürülen Değerli Öğretmenlerimize Saygı ve Rahmetle… ÖĞRETMENİNİM
Gönlümüzdür Atatürk aşkıyla yanan,
Elimde bayrağım, yüreğimde iman.
Ey çocuğum! Uyan artık uyan,
Uyan yattığın şu gaflet uykudan,
Uyan senden umut bekliyor Vatan,
‘
’Uyan! Uyan! ‘’diye yalvaran öğretmeninim.
İlim Çin'de de olsun bulunuyorsa,
Bir harf uğruna kırk yıl köle olunuyorsa;
Aradığın yol gösterecek bir kılavuzsa,
Öğretirim iste, iste almasını biliyorsan,
Kurutma beni. Coşup coşup çağlayan öğretmeninim.
''Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir''İlimsiz hayat karmaşık bir düğümdür,
Bu düğümü çözersen başarı senindir,
Yükseldikçe, yükseldikçe zirveler yerindir,
Yükselmek için; koş başarıya,’’
KOŞ, KOŞ!’’ diye haykıran öğretmeninim.
Bırak tembelliği savurma zamanını,
Üzme yazık değil mi? Fedakâr babanı, çileli ananı,
Bulmak istiyorsan gelecekte en güzel yarınları,
Duyur Dünya'ya duyur Türk'ün adını. Vakit şimdi, işte tam zamanı,
‘
’Haydi çalış, çalış! Ne olur çalış’’ diye sızlanan öğretmeninim.
Seni en iyi yetiştirmeyi candan istedik,
Mum dibine ışık vermezmiş dedik,
Aydınlatarak hep kendimiz eridik,
Senin için; kimi zaman üzüldük, kimi zaman sevindik,
Başardığını gördükçe övünerek gururla ,
Sessiz sessiz ağlayan öğretmeninim.
Saygını beklerim sevmezsen de olur,
Çalışkanlık, insanlık, çağdaşlık istediğim budur,
Bu Vatan bizim; yoluna canımız feda olur,
Görevim kutsaldır, yerim Doğudur, Batıdır, ANADOLUDUR!
Cehalete, teröre, eşkıyaya meydan okuyan, LANET okuyan öğretmeninim.
Unutma damarlarındaki asil kanını,
Bak tarihe! Nasıl yazılmış? Oku şanlı destanını,
Bir millet ki savaşmış erkeği, çocuğu, kadını,
Kim verdi kim? Mustafa'ya Kemal adını,
Daha kimler, daha kimler yetiştirmek isteyen öğretmeninim.
Çalışacağına söz ver, Ayşe’m, Fatma’m, Ali’m, Osman,
Söz ver, Deryam, Rüyam, Hülyam, Sevdam,
Söz ver esmerim, kumralım, sarışınım karam,
Söz verin, söz verin, yemin edin sevineyim...
Her birinizin umutla gözlerinden öpen öğretmeninim.
Mürşide AYHAN
OKUL ANILARIMDA 24 KASIM
Gülveren Lisesine eş durumundan yeni atanmıştım. Görevime Kasımın ortalarında başladım. Okul yeni, evim yeni, Ankara’ya ilk gelişim, her şey yeni. Öğretmenlikte de çok yeni sayılırım. Derslerine girmem için dört sınıf verildi. Bu sınıflar dersleri boş geçen ya da daha önce derslerine girilmiş; öğretmenlerinin beğenmedikleri sınıflar.
Adettendir, yeni gelenlere hep tembel, haylaz sınıflar verilir. Sınıfa ilk girdiğimde 65-70 öğrencinin gözleri üzerimdeydi. Daha önce görev yaptığım kasabanın ortaokulu öğrencilerinin toplamının neredeyse iki katı… Orada 3 sınıf vardı, 15-20 kişilik sınıflarda ders yapmıştım. Sevimli, çocuk yüzlü çalışkan öğrencilerimden sonra bu çocuklukla gençlik arasına sıkışmış ergenleri görünce görevimin kolay olmayacağını anladım.
Sınıfta şimdilik sessizlik hâkimdi. ‘
’Gelen nasıl biri?’’ bakışlarından beni incelediklerini anlıyordum. (Bu süzmenin sonucuna göre dersleri ya dinleyecekler ya da boş verecekler. Bende onlara göz gezdiriyordum. Kendimi tanıttıktan sonra yüz ifadelerinden nasıl bir etki bıraktığımı görmek istiyordum. Dönem başından beri dersleri boş geçtiği için bazılarının gözlerine ‘
’Nerden geldi bu öğretmen, keyfimiz bozuldu’’ bakışları geldi oturdu. En arkadakilere bir şey olmadı. ‘
’Kendi kendine dersi anlatır gidersin, sanki umurumuzdaydı’’ omuzları kalktı indi.
Tembellerin suratı ekşidi. Zeki ve çalışkan olanların heyecanı ve sabırsızlığı, kiminin memnuniyeti, kiminin gülen gözleri, laf olsun diye parmak kaldıracakların merakları, sınıfı etkisine almış ağır ağabeyleri, süslü kızları, nazlı bakışları, şimdiden pes etmişleri… Kısacası bütün sınıfı süzdükten sonra okula geç atanmamdan ötürü deplasmanda 1-0 yenik başlayacağımı anladım.
Sessizlikleri kısa sürdü. Yavaş yavaş uğultular gelmeye başladı. Parmaklar kalktı. ‘
’Kaç yıllık öğretmensiniz, evli misiniz, çocuğunuz var mı, eşiniz ne iş yapıyor, nerelisiniz, nerde okudunuz vs. vs?’’ Soruları bitti, beni anlamayı, tanımayı zamana bıraktılar…
Ben öğrencilerimin hepsini de çok sevdim. Tembel, çalışkan, haylaz, yaramaz, içine kapanık uslu, temiz pis, zengin, fakir demeden. Yıllar sonra gerçekten çok sevdiğimi bir kez daha anladım. Hepsinin ayrı ayrı anısı, yeri var mutlaka.
Bana sınıf öğretmeni olmam için 9 –H Sınıfı verilmişti o zaman. Öğrencileri tanıyıp, sorunlarını gidereceğim, diğer dersleriyle olan ilgilerini tespit edip dosyalarını tutacağım. İşimin zor olacağı açıktı.
Dersler başlamalıydı, sınıfın çoğunluğu bundan memnun değildi. Hele sınıfın en yaramazı diyebileceğim R…; arkadaşlarına göre daha kısa ve daha zayıf olan bu çocuğun nasıl oluyor da sınıfı bu kadar etkiliyor olabileceğini anlayamadım. Dersine giren her öğretmen kendisinden yaka silkiyor’
’İllallah’’ diyor, sınıf öğretmeni olarak durmadan bana şikayet ediyorlardı.
Asi ve vurdumduymaz davranışlarıyla yanındakilere hiç rahat vermiyor, dersin huzurunu bozuyordu. Yanına gittim kulağını çektim, bir tokat atacaktım ki yüzündeki o masum bakışı gördüm, teneffüste yanıma çağırdım. Davranışlarının yanlış olduğunu söyleyip; ‘
’Velin gelsin görüşmek istiyorum’’ dedim.-Velim yok, burada değil?-
Kim senin velin?-Babamdı.-
Vefat mı etti?-Hayır hapishanede.
-Annen gelsin o zaman.
-Annem gelemez, öldü… Babam öldürdü annemi… Ben beklemediğim bu cevap karşısında şok olmuştum. Kimsenin duymamasını istediği bu sırrını bana açmış içini dökmenin gayreti ile yavaş yavaş çözülüyordu R… Kısaca anlattı olan biteni. Öğrencimin gözü önünde gerçekleşen bu hazin olay beni derinden yaraladı. Kim bilir ona neler oldu?
R… ile yakından ilgilenmeye çalıştım. O zaman okullarda Rehber Öğretmen yoktu. Olumlu gelişmeler gösterse de bazen beni hayal kırıklığına uğratıyordu.
Okula, öğrencilerime alışamamıştım henüz...
24 Kasım Öğretmenler günü gelip çatmıştı. Bu kutlama daha çok yeniydi. Okulun bahçesinde toplandık bütün okul. Tören yapılacak… Sınıflar; sıralar halinde ortalığı boş bırakarak dizildiler. Sınıf öğretmenleri sınıflarının başında yoklama alıyorduk. İsmini yeni yeni öğrendiğim birkaç öğrenciden biriydi R… , gözlerim onu aradı yoktu. Tören başladı. Konuşmalar şiirler, öğretmenlere yönelik iltifatlar sevgiler…
‘
’Dünyanın Bütün Çiçeklerini Getirin buraya ‘’ şiir okuyordu iki öğrenci, duygu yüklü bu şiirle birlikte hareketlendi diğer öğrenciler, sevdikleri öğretmenlerine çiçeklerini hediyelerini sunuyorlardı. Kimi buket, kimi tek çiçek, gül karanfil… Özenle hazırlanmış sunum içinde. Hediyeler paketli. Öğretmenlerinin öğretmenler gününü kutluyorlar. ‘
’Dünyanın bütün çiçeklerini getirin ‘’ dedikçe öğrenciler çiçeklerini getiriyor öğretmenlerine veriyorlardı. Yanlış anlaşılmış gibi geldi o an şiir. Öğretmenler demet demet çiçek istiyor sanki.
Yanımda ki sağımda ki solumda ki öğretmenlerin elleri çiçeklerle doldu sanki. Beni gören yok, bana çiçek veren yok. Çok garip bir duygu ile kalakaldım. Doğrusu çiçek, hediye beklemiyordum. Beni henüz kimse tanımıyor, notumu bilmiyor, sevilip sevilmediğim belli bile değil. Kiminin dersine hiç girmedim, kiminin ya bir girdim ya iki. Tören boyunca çiçekler alındı verildi. Bense elimi koyacak yer bulamıyorum, çünkü boş…
Artık tören bitiyor, sonuna gelindi. Öğrencilerin hazırladığı oyunlar, şarkılar, türkülerle tam neşesini bulmuştu herkes. Çok şükür çiçek verme faslı bitti. (
Alınan çiçekler, hediyeler kim bilir hangi para ile alındı. Harçlıklarını mı harcadılar? Yoksa evde Öğretmene hediye almam lazım diye annesinin babasının başının etini mi yediler? Bilinmez. Bilinen şu ki artık özel günler amaçları dışında ticari kaygıya dönüştü. Reklamlar sunumlar bu özel günlere yönelik birer para tuzağı oldu. Öğretmenler günü de bunlardan biri. Öğrencinin ne geliri var ki hediye alsın. Çoğu aile çocuklarını güç şartlarda okutuyor biliyorum. ) Okul bahçesi bir anda şölen alanına döndü. Tempolar tutuluyor; müdür, müdür yardımcıları, öğretmenler halay çekiyorlardı.
R…’i gördüm, düzeni bozulmuş halkanın en sonunda uzaktan izliyordu. Yoklama kâğıdına yok yazmıştım, önce başı ile sonra eli ile bana işaret ediyor yanına çağırıyordu. Utangaç, çekingen. Merak ettim yoklama fişini de alarak yanına gittim. Elinin birini arkasına saklamış mahcup yerinde duramıyor gibi bir hali vardı. ‘’ Niye geç kaldın? Bak
yok yazdım seni’’ dedim. Bir şey söylemedi, gözlerinde yine o mahzun bakışla, elini arkasından çıkardı, yaptırdığı çiçek buketini bana uzattı, ‘
’Öğretmenler Gününüz kutlu olsun öğretmenim’’ dedi çiçeği elime verdi.
Hiç unutamadığım anılarımdan biridir. Öğretmenlik mesleğimde ilk defa aldığım bu çiçeği uzun yıllar sakladım. Sonra çürüdü atmak zorunda kaldım. O yıldan sonra her yıl öğrencilerimden çiçekler, kendi yaptıkları ufak hediyeler aldım. Pahalı hediyelere her zaman karşı oldum. Zaman zaman uyardım öğrencilerimi ‘
’Hiçbir şey istemem sizin başarınız bana en güzel hediyedir’’ diye ama yine de R… ‘in çiçeği çok ayrıydı.
BÜTÜN MESLEKTAŞLARIMIN ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN!