Hitabe, beyanname, bildiri; bunlar eşanlamlı kelimelerdir. Bu kelimelere yeni kurbağa dilinde ‘manifesto’ diyorlar. Vatan; ya üzerinde ‘sıhhatli Cuma’ kılındığı için ya da “mikroplar, vitaminler, sosyal güvence” teslisine temel teşkil ettiği için önemlidir. Çanakkale ruhu cuma üzerine bina edilmiştir. 57. Alay toptan şehit olduğu için Gazi M. Kemal ufkuna vatanı yerleştirmiş. Ufka bakarak cumhuriyet döneminde sadece üç kişi hitabe/bildiri yazdı: Ey Türk Gençliği (Gazi M. Kemal) Gençliğe Hitabe (Necip Fazıl) ve tarafımızdan yazılan, Türkçeyi Kurtarma Bildirisi. İlk ikisinin konusu vatan ve vatanın korunması gençliğe emanet ediliyor; konu da adres de aynı… Bizimkinin konusu kavramlarımız öncelikli ‘lisan’; muhatabı ise konuyu üzerine alınan kim varsa! Kendi yazdığımı bütün gazetelere, televizyonlara, dergilere göndermiştim. Eksiğini üzerine alınmayanlar için ayet; “cahillerden yüz çevir” diyor.

Gelelim ilk ikisinin konusu ve havale adresine…

     “Hakiki vatan hususen lisan; hakiki lisan hususen aidiyet kavramlarıdır.” Vatan dediğimiz şey bu hakikatin elbisesidir. Ruh, kimlik; elbiseden (vatandan) önce gelir. Söz konusu dilse gerisi teferruattır. Dilden bir sonraki duraktır vatan. Sadece şehit kavramının zaafa uğraması, “ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” gücünüzü boşa çıkarır. Daha şehitle birlikte birçok kavramımız var ki bunlar unutuldu, ithal olanlarla takas edildi, yamalandı, vekâlet verildi; o halde vekâlet savaşlarından ve vesayet odaklarından kurtulamazsınız. “Bir millete ihanet etmek istesem kelimelerini değiştirirdim” diyen bilge kişi neden dili öne çıkarıyor. Demek ki Gazi’nin ve Necip Fazıl’ın hitabelerinde öncelik lisan/kavram (=kimlik) olmalıydı. Savunacak kesim ise bir yaş grubuna hasredilemez; üzerine alınacak olan herkes olmalıydı. Bu ancak kavram merkezli düşünmekle olur.

    Peki, savunmanın adresi neden sadece gençlik olamaz? Çünkü gençliğin sırtında yumurta küfesi yoktur. “Mahkeme kadıya mülk değil.” Vatan gençliğe mülk değil. Gençlik dediğin 18-28 yaş arası on yıldır. Hatta 28’e gelmeden, “viran olası hanede evlad-ı iyal var” sözü gençlik değil, kimisinde yetişkinlik bile bırakmaz.

      12 Eylülün başlama vuruşu 1960’da yapıldı. 1970’de Menderes ve Deniz Gezmişten hareketle, “üç sizden üç bizden”  denilerek ikinci raunt tamamlandı. Bundan sonra kıyamet koşusu başladı: 12 Eylüle giden yollara kimler taş döşedi? Sağ ve soldan en az altışar gurup olmak üzere tam 12 akım genç, 12 Eylüle çanak tutanların oyununa geldiklerini, içeriye girince bizzat itiraf ettiklerini, bugün 60’lı yaşlarda olanlar iyi bilir. İlk iki hitabenin tam tersi oldu ve o yirmi yılda gençlik adeta test edildi ve sınıfta kaldı. 1960’dan itibaren gençlerin kulaklarına “aslanım, sen sağcısın, sen solcu” diye fısıldandı ve her iki kesim en az altışar fraksiyona daha ayrıldı. İnandıkları kavramların tuzak kavramlar olduğunu bilmedikleri için birbirlerine karşı mevzilendiler; birbirlerinin canına kıyacak kadar.15 Temmuz dâhil bütün başımıza gelenler 12 Eylülün artçılarıdır. 12 Eylül dizisi bitmedi; o halde 28 Şubat gitmedi. 15 Temmuzun altından “12 Eylülde etliye sütlüye karışmayanlar” çıktı. Gençlik, ideoloji ve slogan üzerinden en az 12’ye bölündü; 12 Eylül ve devamının 12 çekeri oldu.     

      Bugün eldeki gençlik, kafasının yarısını kazıtmış, yarısını unutmuş, streç pantolon içinde sıkışmış kalmış, preslenmiş bir yaş grubundan ibarettir. Gençlik;  eğitimi, dili, kıyafeti, eğlencesi, müziği ile küreselleşme çukurunun bodrum katındadır. Çünkü yetişkinler gibi o da kendini tanımlayamıyor. Kendine has kavramı olmayan, önüne çıkan metni okumaz; okusa tartamaz.